Monthly Archives: Kasım 2010

Çanakkale İçinde…

Aslında bu yazıyı çoktan yazmış, resimleri paylaşmış olmam gerekirdi.. 29 Ekim seyahatinin üzerinden çok sular aktı, yazılacak filmler, sergiler, başka seyahatler eklendi, ama diyorum ya, son 3-4 aydır hasıl olan yazma rehaveti sebebiyle; biraz rötarlı da olsa başlıyorum şahane doğal güzellikleri anlatmaya..

Öncelikle Çanakkale ile bağımızın nereden geldiğini anlatan kısa bir bilgilendirme yapmalıyım sanırım; artık ‘aile dostu’ kelime öbeğinin yetersiz kaldığı, bir nevi öz teyze-dayı-kuzen formuna geçmiş Yılmaz ailesi sayesinde, benim için 26, ebeveynlerim içinse yaklaşık 35 yıldır hayatımızda olan bir şehir burası..Her sene en az 1 kere ziyaret etmesek içimiz rahat etmeyeceğinden, bu sene de 29 Ekim tatilini fırsat bildik, anne Yılmaz’ın kız kardeşini de aldık (ki kendisi de teyzelerim grubundandır) atladık arabaya..

İlk akşam denize nazır, Yalova adlı balıkçımızda midemize bayram ettirdik, o kadar güzel mezeleri vardı ki, ana yemeğe teşebbüs bile etmedik.. Kırk yılda bir toplanan bu ekiple sofranın tadı ayrı güzeldi, tadı damağımda kaldı..Umarım eksilmeden nice sofralarda bir arada oluruz..Diyorum ve hemen gezinin 2. ayağına, Behramkale (Assos) durağına geçiyorum..

Behramkale, eski çağlardaki adıyla Assos, milat öncesi tarihiyle, taş binalarıyla ve bozulmamış sokakları ile görülmeye değer, sempatik bir köy. Buz gibi denizi, virajlı-uçurumlu yolu, zeytinyağı, köylü teyzelerin sattıkları ve şaheser gün batımı ile zevkten dört köşe olmanızı sağlayacak Behramkale’den kafanız boşalmış, dingin bir huzurla ayrılacağınıza eminim.

 

Önce Arnavut kaldırımlı, yokuşlu sokaklarında yürümenizi ve minik dükkanlar (antikacı, takıcı) arasında gezerek temiz havanın tadını çıkarmanızı öneririm.. Sonra aşağıda resmini göreceğiniz kahveye oturun ve kuma gömülen kahve fincanlarında pişen enfes Türk Kahvesini mideye indirirken, başka yerde zor bulabileceğiniz gün batımını seyredalın..

Fırın ateşinde ağır ağır pişen sakızlı Türk Kahvesi’ne dalıp gitmişiz..

İşte gözlerimizi alamadığımız, turuncunun her rengini barındıran ve insanı huzur denizinde yüzdüren portakal renkli güneşin batışı..O sırada bol bol dilek diledik, adettendir diye..

Assos’un denizinin güzelliği dillere destan, ama hava soğuk olduğu için yüzmeyi değil, deniz kenarında oturup bir şeyler atıştırmayı ve koyda satılan takılara bakmayı yeğledik..Öyle bir manzara ki; karşısında saatlerce oturulabilir, hülyalara dalınabilir 🙂

… Assos kıyıları …

Bu da restoran kısmında oturduğumuz, ufacık koydaki şirin otellerden biri..

Bu yöre ile ilgili daha yazılacak-çizilecek çok şey var, ama bence gidin kendiniz görün, Behramkale’yi, Babakale’yi, Sokakağzı’nı, Koyunevi’ni, köy pazarlarını, berrak denizini, doğallığını, gün batımını, kalamarını ve mis gibi balıklarını bizzat yerinde keşfedin..

2 Yorum

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?, Gündem Dışı

Aşka fırsat ver, bakalım ne olacak?

Filmekimi’nde kaçırdığım ve akabinde vizyonda yakaladığım “Aşka Fırsat Ver” filminden bahsedesim var bugün..

Yann Samuell ve Andre-paul Ricci’nin yönettiği filmin başrolünde Sophie Marceau oynuyor, oynamakla kalmıyor; orta yaşın üstündeki kariyer düşkünü ve despot görünümlü kadının sevgi eksikliğini ve ruhani boşluğunu çok güzel yansıtıyor seyirciye.

Margaret isimli –ki aslında ismi Marguerite olup; kendince çok taşralı bulunduğundan bu şekilde değiştirmiş– kendinden emin ve özgüveni tavanda görünen hatun iş hayatında çok başarılı, zengin olup; iş arkadaşı Malcolm (Marton Csokas) ile ilişki yaşayan bir karakterdir. Hayatı o toplantıdan buraya koşarak, döpiyesler ve takımlar içinde sıkıcı ve katı şekilde seyretmekteyken, doğum gününde yaşlı bir amcanın getirdiği zarfla alt-üst olur..

7 yaşındayken, küçük kasabasında yaşarken yazdığı mektupları 40. yaş gününde kendisine göndermesi için verdiği bu yaşlı amca Merignac (Michel Duchaussoy), hakikaten de bunu görev telakki ediyor ve Margaret’in tüm düzenini bozacak bu yazıları kendisine muhtelif zamanlarda ulaştırıyor.

Çocukluğunda kurduğu hayalleri, şu anki hayatının bu hayallerle alakasının olmayışını, üzüntülerini, baba sevgisinin eksikliğini, aile özlemini ve olmak istediği karakteri sorgulamaya başlayan Margaret, beton gibi halinden ve topuklularından sıyrılarak, gök kuşağı gibi bir hal almaya çabalıyor..Ama ne kadar başarılı oluyor, orası biraz tartışılır.

Margaret’in eskiye; unutmak istediği için sildiği geçmişe dair ufacık bir iz yakalamak uğruna gösterdiği çabayı çok samimi ve tanıdık buldum..Üstünden 30 sene geçmesine rağmen Philibert (Jonathan Zaccai) ile yaşadığı maceraları ve aşkı (aşkın yaşı yoktur) aynı duygu yoğunluğu ve heyecanla hatırlaması, hissetmesi dokunaklıydı. İnsanın o sırada sürdüğü hayattan ve yaşadığı aşktan memnun olmaması, bunca sene önceki çocukluk aşkını bile ağlayarak hatırlaması ve peşinden gitmek istemesiydi belki bana dokunan, bilemiyorum .

Filmi izlerken rengarenk kağıtlara mektuplar yazasım, onları çikolata görünümünde kutulara kaldırıp en sevdiğim bahçeye gömesim ve yıllar sonra bulasım geldi:)  Çok renkli, zaman zaman animasyon kıvamında, gülümseten, ağlatan, ama dramatik olmayan hoş vakit geçirtecek bir film..

~Şimdiden iyi seyirler~

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat