Aslında bu yazıyı çoktan yazmış, resimleri paylaşmış olmam gerekirdi.. 29 Ekim seyahatinin üzerinden çok sular aktı, yazılacak filmler, sergiler, başka seyahatler eklendi, ama diyorum ya, son 3-4 aydır hasıl olan yazma rehaveti sebebiyle; biraz rötarlı da olsa başlıyorum şahane doğal güzellikleri anlatmaya..
Öncelikle Çanakkale ile bağımızın nereden geldiğini anlatan kısa bir bilgilendirme yapmalıyım sanırım; artık ‘aile dostu’ kelime öbeğinin yetersiz kaldığı, bir nevi öz teyze-dayı-kuzen formuna geçmiş Yılmaz ailesi sayesinde, benim için 26, ebeveynlerim içinse yaklaşık 35 yıldır hayatımızda olan bir şehir burası..Her sene en az 1 kere ziyaret etmesek içimiz rahat etmeyeceğinden, bu sene de 29 Ekim tatilini fırsat bildik, anne Yılmaz’ın kız kardeşini de aldık (ki kendisi de teyzelerim grubundandır) atladık arabaya..
İlk akşam denize nazır, Yalova adlı balıkçımızda midemize bayram ettirdik, o kadar güzel mezeleri vardı ki, ana yemeğe teşebbüs bile etmedik.. Kırk yılda bir toplanan bu ekiple sofranın tadı ayrı güzeldi, tadı damağımda kaldı..Umarım eksilmeden nice sofralarda bir arada oluruz..Diyorum ve hemen gezinin 2. ayağına, Behramkale (Assos) durağına geçiyorum..
Behramkale, eski çağlardaki adıyla Assos, milat öncesi tarihiyle, taş binalarıyla ve bozulmamış sokakları ile görülmeye değer, sempatik bir köy. Buz gibi denizi, virajlı-uçurumlu yolu, zeytinyağı, köylü teyzelerin sattıkları ve şaheser gün batımı ile zevkten dört köşe olmanızı sağlayacak Behramkale’den kafanız boşalmış, dingin bir huzurla ayrılacağınıza eminim.
Önce Arnavut kaldırımlı, yokuşlu sokaklarında yürümenizi ve minik dükkanlar (antikacı, takıcı) arasında gezerek temiz havanın tadını çıkarmanızı öneririm.. Sonra aşağıda resmini göreceğiniz kahveye oturun ve kuma gömülen kahve fincanlarında pişen enfes Türk Kahvesini mideye indirirken, başka yerde zor bulabileceğiniz gün batımını seyredalın..
Fırın ateşinde ağır ağır pişen sakızlı Türk Kahvesi’ne dalıp gitmişiz..
İşte gözlerimizi alamadığımız, turuncunun her rengini barındıran ve insanı huzur denizinde yüzdüren portakal renkli güneşin batışı..O sırada bol bol dilek diledik, adettendir diye..
Assos’un denizinin güzelliği dillere destan, ama hava soğuk olduğu için yüzmeyi değil, deniz kenarında oturup bir şeyler atıştırmayı ve koyda satılan takılara bakmayı yeğledik..Öyle bir manzara ki; karşısında saatlerce oturulabilir, hülyalara dalınabilir 🙂
… Assos kıyıları …
Bu da restoran kısmında oturduğumuz, ufacık koydaki şirin otellerden biri..
Bu yöre ile ilgili daha yazılacak-çizilecek çok şey var, ama bence gidin kendiniz görün, Behramkale’yi, Babakale’yi, Sokakağzı’nı, Koyunevi’ni, köy pazarlarını, berrak denizini, doğallığını, gün batımını, kalamarını ve mis gibi balıklarını bizzat yerinde keşfedin..