Monthly Archives: Aralık 2009

Müzik Ziyafeti

Aslında daha önceleri çok kez dinlemiş ve virtüözlüğüne şahit olmuş olsam da; her seferinde Fatih Erkoç’un şahane müzisyenliğine hayran kalıyorum..

Filmi başa sarayım; 27 Aralık Pazar günü Fatih Erkoç ile 34 kişilik Senfoni Orkestrası’nın Kanyon alışveriş merkezinin açık alanında konser vereceğini haber alan babamın önerisiyle olay yerine 17.00 sularında vardık.. Önce tek tük insanları görünce; “hayret, pek de rağbet göstermemiş millet” diye düşünme gafletinde bulundum, fakat saatler 18.00’i gösterdiğinde mahşeri kalabalıkla yüz yüze geldik..

 Repertuvar neredeyse tamamen klasikler ve müzikallerden oluşuyordu; New York New York, Phantom of the Opera, Summertime gibi şarkılarla 2 saat boyunca milleti resmen coşturdular.. Ayrıca bazı şarkılarda Evrim Özkaynak adlı bülbül sesli soprano hatunla düet yaparak;  birlikte kulaklarımızın pasını aldılar.. Tabii Fatih Erkoç sadece şarkı söylemekle kalmayıp, trompeti de konuşturarak orkestraya katıldı..

              

Kanyon’un açık hava sahnesi bu kadar kalabalığı bir arada daha önce gördü mü bilmiyorum ama hakikaten -ücretsiz bir konser için- gayet iyi hazırlanılmıştı; ses ve sahne düzeninde en ufak bir aksaklık olmadı, sınırlı sayıda kişi oturabilmesine rağmen ayaktakiler de her cepheden rahatça seyretti; ayrıca sıcak şarap, kestane ve sahlep dağıtanlar oradan oraya yetiştiler, çakırkeyif bir hava yarattılar 🙂

Bu konseri de izledikten sonra diyebilirim ki; Fatih Erkoç nerede sahneye çıkıyorsa bulunası, izlenesi ve akabinde müziğe doyulası bir sanatçıdır..

Laf  senfoniden, trompetten açılmışken; gözüme ilişen bir filarmoni haberini de verip, yazıma noktayı koyayım..Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası; Cem Yılmaz‘ın konuk şefliğinde 09 Şubat 2010′da Lütfü Kırdar ‘da konser verecekmiş, ilgilenenlere duyrulur..

1 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

Dekoratif pasta yer misiniz?

Son yılların en gözde sanal dükkan ürünlerinin bir çeşidi de ‘yeme de yanında yat’ türünde; özel üretilmiş pastalar, kekler ve kurabiyeler..

Samimi aile dostlarımız olan ve pasta-kek-kurabiye konusunda benim diyene takla attıracak cinsten 5 kız kardeşten 2’si ısrarlara dayanamayıp sonunda bir atölyede şahane tatlar hazırlamaya ve onları internet üzerinden  sergilemeye razı oldular..

 

Özel günler için ağız sulandıran, hatta kıyamayıp süs objesi olarak odaya koyulabilecek türde kurabiyeler ve ‘cup cake’ler mevcut.. Yılbaşı, doğum günü, bebek, nişan, anneler/babalar/sevgililer günü ve hatta askerlik temalı rengarenk mamalara bakarken resmen içim açıldı, zaten ben evvel ezel bayılırım hem göze hem mideye hitap eden, oyuncak gibi pastalara, keklere..

[ kilo almaktan korkan takıntılılar grubuna dahil olduğumdan beri; yani yaklaşık 3-4 senedir çikolata/pasta/kek türü yiyecekleri çok çok nadir yiyor olsam bile alıyorum, hediye etmek ya da sadece bulunduğum ortamda onları görmek bile beni mutlu ediyor, bu da ara not oluversin:) ]

   

Yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü gibi ‘özel’ kutlama dönemlerinde ‘anlamından sapıp ticarete dönüşüyor’ diyerek hediye almaya karşı olan grupta mısınız; yoksa 31 Aralık gelmeden dükkan dükkan koşturup aileye, eşe-dosta sürprizler yapmak için çırpınanlardan mısınız, bilmiyorum..

Eğer çam sakızı-çoban armağanlarıyla ekonomiye can verenlerdenseniz; alışılagelmiş hediyelerin yanına (çerçeve, kupa/fincan, çorap, atkı-eldiven, anahtarlık vs.) bu şeker kurabiyelerden ekleyip, hem göze hem damağa hitap edebilirsiniz..  Afiyet ola.. Ayrıca triobakery burada..

2 Yorum

Filed under Gündem Dışı

Renk Cümbüşü Kapalıçarşı

Fatih Sultan Mehmet’in 15. yüzyılda yaptırdığı sanat eseri, dünyanın en tarihi ‘alışveriş merkezi’ ; İstanbul’un heybetli simgelerinden biri olmakla kalmıyor, sadece gezmek için geleni bile bir şeyler almak için cezbeden bir eğlencelik halini alıyor..

Normalde alışveriş merkezine kapanıp saatlerce dükkan dükkan gezmeyi ve ayaklarıma karasular indirmeyi pek tercih etmem, hele hele elime 3-4 parça giysi alıp, daracık kabinlerin dev aynalarında ter ter tepinerek üst-baş değiştirmeyi pek sevimsiz bulurum.. (bu da galiba kilolu dönemlerden kalma bir huy)

Fakat bu kapalıçarşıya ne zaman gitsem (genelde turist gezdirmeye) birbirlerine benzese de her dükkanın önünde durasım ve inciğinden boncuğuna, şalından çinisine ihtiyacım olan-olmayan her şeyi alasım geliyor..

 30000 m2’lik alana yayılmış çarşıda mücevherat, çanta, deri, el işleri, dokuma halı, şal-paşmina, boy boy çini, oyma-kakma ahşaplar, dokuma kumaşlar, marka taklitleri, el işleri, avizeler, masa örtüleri, cüzdanlar..Yok yok..

Tabii bildindiği gibi esnaf sokaktan yürürken üzerinize atlıyor, hele ki yanınızda yabancı biri varsa 3-4 dili art arda paralayıp müşteriyi dükkana resmen sürüklüyor.. Normalde satıcı baskısı bunaltıcı olur, ama çarşı esnafı bence işin dozunu biliyor..

Geçenlerde yanımda bir Alman misafirle dolanırken yaşlı bir amcaya şal almak üzere yanaştık.. Pazarlıklardan ve renk seçmeden sonra şalları aldık, vedalaşıyoruz..Amcam bir telaş içeri gitti, iki tane süslü nazarlık getirdi, ikimizin de yakalarına iğneyi iliştirdi..

O kadar sevimli ve telaşlıydı ki; duygulandım galiba..Deli miyim neyim:)

Misafir ağzı açık dükkanlara girip çıkıyor, hadi bu normal de, kimbilir kaçıncı kez gelmeme rağmen ben de rengarek, deli kızın çeyizi gibi duran incik boncuğun etrafında turist gibi dolanıp kafa dağıtıyorum..

66 sokaklı; yaklaşık 4000 dükkanlı bu heybetli çarşının ilginçliği sadece binlerce ürün ve dükkanı barındırmasından değil, elbet tarihinden geliyor.. Bedestenleri, kapıları, hanları ile Osmanlı dönemlerinden bugüne kalan bu enteresan mekanı ziyaret etmediyseniz tavsiye ederim..Oradan çıkınca da Aya Sofya ile Yerebatan Sarnıcı’nı gezer, tarihe doymuş bir halde günü tamamlarsınız 🙂

..Kapalıçarşı tarihi için buraya..

Bedesten : Osmanlı döneminde içinde her türde iş alanının bulunduğu büyük çarşılara verilen ad..Ayrıca ‘çarşı, borsa ve ticaret merkezi’ anlamlarına da gelmekteymiş..

Yorum bırakın

Filed under Gündem Dışı

Hint Yemeği Sever misiniz?

Kendime ‘gurme’ havası vermek niyetinde değilim elbet; ama dünyanın enteresan mutfaklarının nadir örneklerini keşfedip, değişik lezzetlerini denemek beni anlatılmaz heyecanlara sürüklüyorJ

Tayland, Japon ve Moğol tatlarına ucundan kıyısından bulaştıktan sonra; aklımızda ne zamandır yer işgal eden; baharatlı ve bol kokulu Hindistan mamalarına nihayet geldi sıra..

İstanbul’da benim bulabildiğim 3 tane Hint lokantası var :

  1. Tandoori (Maçka)
  2. Taj Mahal (Tünel-Beyoğlu)
  3. Dubb indian (Sultanahmet)

Tamamen yerinden ötürü Tandoori’yi seçtik ve girer girmez otantik havasını hissettiren şirin lokantada kendimizi Hintli olduğunu tahmin ettiğimiz karı-kocanın ellerine bıraktıkJ

Tabii vejeteryan ve daha sakin yemekleri de var Hintlilerin amma ve lakin baharat, acı ve et/tavuk seviyorsanız, sizin için yerinde bir seçim olur bu mutfak..

Yemekleri acısız/orta/acılı şekilde sipariş edilebiliyor ve yanan bir mum üzerinde metal kapların içinde masaya geliyor..Zor doyan iştahlılar için bir kap yemek yeterli olmayabilir ama biz iki kişi 2 ana yemek + Basmati pilavı ve ufak bir başlangıçla çakırkeyif olduk..

Aslında bu yazıyı yazmayı düşünmüyordum ama etrafımda birçok insandan ‘Aaa biz de Hint restoranına gitmek istiyoruz’ , ‘Bayılırım baharatlı yemeklere, nerde var iyi Hint lokantası’ gibi sorular duyunca bu kanayan yaraya parmak basmak farz oldu 🙂

Hintli Amca 1996 senesinde Ankara’da ilk lokantasını açmış, birkaç sene sonra orayı boşaltıp İstanbul’a taşınmışlar.. Zaten ‘Taj Mahal’ ile ‘Dubbindian’ın sahiplerini de tanıyor haliyle..

 Sırada hangi mutfak mı var?  Galata’daki Venta Del Toro adlı lokantada İspanyol mutfağı..

Hem aylardır aklımda olan tarihi Galata turunu yapmak için de vesile olur..

Tandoori : Hindistan’a özgü, yoğurt ve özel bir baharat karışımıyla tandırda pişirilen piliç

2 Yorum

Filed under Gündem Dışı

Yedi Kocalı Hürmüz / ..aldatmak ya da aldatmamak..

Aslında amacım geçenlerde izlediğim; 7 Kocalı Hürmüz filmi hakkında 1-2 satır yorum yapmak, oyunculukları ve anlatımı tartışmaktı..Ama az önce filmi gözümün önünden geçirirken “insanlar neden tek eşli değildir, bir kişiyle yetinmezler ve aldatma ihtiyacı duyarlar” gibi sorular geçti aklımdan..

Hürmüz bilindiği üzre 1800’lü yıllarda İstanbul’da yaşayan ve 7 ‘herif’i [bkz. filmdeki El Hubb şarkısı– ‘gökten şapır şupur herif yağacak’ 🙂 ] aynı anda idare eden, işveli cilveli fettan bir hatundur.  Önceki versiyonları izlemediğim için filmler ya da Hürmüzler (Ayten Gökçer, Türkan Şoray vs.) için kıyaslama yapamayacağım; amma ve lakin; nedense Nurgül Yeşilçay bende hiçbir zaman beklediğim etkiyi bırakmıyor, sanki bana biraz donuk geliyor..Elbet iyi oyuncudur, ama ben teknik olarak değil sadece izleyici gözüyle yorumluyorum.

Hatta Gülse Birsel Safinaz karakterinde çok daha göz doldurucu ve eğlenceliydi bana göre, belki de ona karşı bir beklentim olmadığı içindir, bilemiyorum.. Ezel Akay diğer filmlerinde olduğu gibi her şeyi abartı ve karikatürize anlatmış, evlerin renkleri, sokaklar, kıyafetler-makyajlar  (Ör : Haluk Bilginer), yangın söndürmeye gelen tulumbacılar (Vokaliz müzik grubuymuş), danslar-müzikler… Filmden sonra bir müzikali tiyatro sahnesinde izlemiş gibi oldum..

Erkan Can (Hızır Reis), Cengiz Küçükayvaz (Berber Hasan), Öner Erkan (Trakyalı Hallaç Rüstem) ve Pınar Çağlar Gençtürk (Havva) gerçekten yaşayarak oynamışlar, hoşuma gitti..

Gelelim şu “çok eşlilik” konusuna..‘Bu eğlenceli filmden bu konuya nasıl geldin’ diyebilirsiniz ama malum; çağımızın kadın-erkek mevzularındın en çok kafa kurcalayan ve içi boşaltılan konusu bu..

Beni en çok sinirlendiren argüman ‘erkeklerin doğası gereği asla tek eşli olamayacakları, genlerinde çok eşli olmanın var olduğu ve bir kişiyle hayatlarını geçiremeyecekleri’ oluyor haliyle..Zaten işlerine gelen bir durumu pohpohlayan konuşmalar bu kadar ayyuka çıkınca adamların savunmaları da hazır hale geliyor.. 

Aldatma konusu çok hassas, zemin kaygan.. Kimisi göz ucuyla başkasına bakmayı aldatma sayarken, bazıları ‘aynı yatağa girmeyi’ kıstas alıyor.. Hangi durum olursa olsun; her türlüsü karşı tarafı kandırmak oluyor.. Dışardan ahkam kesmek ve büyük konuşmak kolay belki ama her zaman savunduğum şu; akılda/gözde/gönülde başkası varsa, en temizi bunu yarene uygun dille anlatmak herhalde.. Zor işler bunlar, zooor 🙂

6 Yorum

Filed under Gündem Dışı, Kültür-Sanat

Yaşayan Tek Ermeni Köyü

Bayramda ne mi yaptım ? 

  1. Karmaşadan-kaostan-çalışmaktan uzak bir 4 gün geçirdim
  2. Pek özlemiş olduğum uzaktaki akrabalarımla eğlenceli, sıcak çocukluk günlerime döndüm
  3. Temiz hava, bahçe, deniz suyu gibi şu aralar pek ilgimin olmadığı kavramlarla haşır neşir oldum
  4. Kendine has köyler, asırlık çınarlar eşliğinde ilginç kültürlere ucundan da olsa bulaştım
  5. Hepsi bir arada

Büyük bir mutlulukla ‘e’ şıkkını işaretliyorum ve yazıma geçiyorum J 

Geçen bayramda yapamadığım ve özlemini duyduğum aile toplaşmasını bu sefer nihayet yaşadım (bkz. Zagreb yazısı) ve İskenderun’da şahane bir 4 gün geçirdim.(MaaaşallaahJ ) Kafamı dinleyerek ve akrabalarımla bol bol sohbet ederek geçirdiğim zamanların dışında beni mutlu eden bir şey daha yaptık; arabaya atlayıp Antakya’da -şu sıralar çok meşhur olan- Vakıflı ve Hıdırbey köylerini arşınladık.. 

 Vakıflıköy; Türkiye’nin yaşayan tek Ermeni Köyü olup, ufacık tefecik, içi dolu turşucuk bir yer.. Küçük, pırıl pırıl bir kilisesi ve bolluktan yerlere taşan derya deniz portakal-mandalina ağaçları var..  

Köy halkı organik tarımla uğraşıyor, kilisenin hemen dibinde de bal, nar ekşisi, turunç reçeli vb. satılıyor. Şırıl şırıl akan suların ve altın portakalların arkasından fışkıran kızıl-bordo bitkilerin verdiği huzurla 5 yaş gençleşme ihtimali var:)  

 Buradan sonra istikamet; Hıdırbey Köyü.. Buranın ilginçliği de; Hz. Musa’nın asasının saplandığı yerde yeşermesiyle oluştuğuna inanılan 1500 yıllık bir koca çınar.. Çınarın içi oyuk, çevresi 20 metre (dış çapı 7.5 m ve iç çapı 5.4 m, düşünün içerdeki boşluğun heybetini)

                        

 

Bir dolu insan çul-çaput-mendil ne bulursa bağlıyordu çınarın içine girip, e ben de eksik kalmadım tabi 🙂

Kültür turumuzu bitirince Antakya şehir merkezine kapağı attık ve oranın olmazsa olmazı künefeyi mideye indirdik.. Yöresel turları ve eski kültürleri keşfetmeyi sevenlere Antakya, İskenderun ve civardaki köyleri şiddetle tavsiye ediyorum ve künefeci amcanın resmiyle yazımı noktalıyorum 🙂

 

2 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Gündem Dışı