Category Archives: Enteresan Deneyimler

Korona Güncesi – Tarihe bir not

“Öyle garip bir dünya.

Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.

“Düşmem” dersin düşersin, “Şaşmam” dersin şaşarsın.

En garibi de budur ya; “Öldüm” der durur, yine de yaşarsın.”

Mevlana

 

Mevlana’nın bu dizelerini nicedir şiar edinmiştim edinmesine de, bu felsefenin tüm gezegene uyarlanabileceğini, sanıyorum hayal edememiştim.

Başlıkta “tarihe bir not” yazdım ama külliyen yalan. Yine kendi ölümsüzlüğümün peşindeyim herkes gibi.

120 yıl sonra birisi -internet hâlâ günümüz metodlarıyla  kullanılacaksa-, arama motoruna “korona” yazdığında bulunmak istedim. Zaten koskoca, anlı şanlı dünya tarihinin, benim günceme ihtiyacı olduğunu da sanmıyorum.

İnanması/alışması güç, her sabah uyandığımda “yine o sürreal rüyalarımdan mı gördüm” dedirten, gün sonunda “vaka sayısı” açıklaması beklediğim, insanların öldüğü ve adı-sanı olmayan birer istatistiğe dönüştüğü, “ellerinizi yıkayın” gibi tuhaf uyarıların yapıldığı, kimseye sarılamadığım, sokakta maskeli/eldivenli, birbirini şüpheyle süzen insanların peydahlandığı, işimi, sıradan özgürlüklerimi özlediğim absürt günler… (gerekliliği tartışılır bilgi: Absürt kelimesi, Latince “absurdum” sözcüğünden geliyor.)

Şimdi ben kendi hayatımı nasıl irdelemeliyim? Pandemi öncesinde dert edindiğim, canımı sıkan, gönlümü yoran konuların “aslında ne kadar önemsiz olduğunu” düşünüp, “her şeyin başı sağlık” düsturuyla mı hareket etmeliyim?

Yoksa tam tersi; “Korona’dan darbe yemezsek depremde, olmadı meteorda, bir hastalık veya kazada, o da tutmazsa ecelimle ölüp gideceğim. Uzun yaşasam bile, her gece “ölmesinler” diye dua ettiklerimin gidişini izleyeceğim. Hep söylüyorum sana, şu uçsuz bucaksız gibi görünüp, her nasılsa 3 günlük olabilen ömrü istediğin gibi yaşa be kızım” diye kendime diklenmeli miyim?

‘Normal’ zamanda bile ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi karıştırırken; hepimiz için sıra dışı olan bu günleri öğrenmeye, düşünmeye, okumaya ve üretmeye mi ayırmalıyım? Peki kuyrukları birbirine değmeyen tilkilerim ne olacak? Kim yardım edecek bana? Psikologlar mı? Anti-depresanlar mı? (“Onlar da terk ederdi, olmasa param” mırıldanmasıyla kendimi güldürdüm  şu aşamada.)

Kimsenin içimizdekileri bilmediği bir dünyada, yaşamaya çalışıyoruz anlaşılmak umuduyla” cümlesini daha 1 sene önce sen yazmadın mı Zeynep? Niye hala anlaşılmak, onaylanmak, hissedilmek peşindesin? Akıllan artık, bak dünya ikinci rönesansı yaşıyor!

Bu kadar laf salatası yetişir, “karantina günlerinde yapılacaklar” listelerine bir yenisini de ben ekleyeyim. Hep savunduğum gibi; “Bir kişinin bile gününü güzelleştirirse, amacına ulaşmış olur.”

1- Yüzlerce kez yazılan maddeyi tekrarlamazsam olmaz: Evde birikmiş, “boş zamanımda okurum” dediğiniz kitapları, ilgilendiğiniz konulardaki internet makalelerini; bilim/moda/teknoloji/edebiyat dergilerini, ders kitaplarınızı ve ufkunuzu genişletecek yazıları okuyun.

 

2- Hayatınızda değiştirmek istediğiniz konuları, nefret ettiklerinizi, ayıplanma ve dışlanma korkusuyla kimseye söyleyemediklerinizi, karaciğerinizi delen aşkınızı, çocukluk acınızı ve gelecek kaygılarınızı yazın. Eğer evde bunu didikleyip karıştıracak kimse yoksa, her gün yazın ve saklayın. Aksi durumda yırtın, yakın. (veya kitaplaştırın, herkes okusun – mahlas kullanabilirsiniz.)

 

3- İdealist ve çalışkan iseniz, eğitim sitelerinden ilgi alanınıza dair bir şeyler öğrenin. Şu iki bağlantıda örneklerini bulabilirsiniz:

https://toptalent.co/dunyanin-en-iyi-14-ucretsiz-online-egitim-sitesi

https://blog.youthall.com/ucretsiz-online-egitim-alabileceginiz-en-iyi-7-web-sitesi

 

4- On yıldır açmadığınız çekmeceleri karıştırıp eski fotoğrafları, kıymet verdiğiniz ama kimden kaldığını bile hatırlamadığınız anıları bulmak suretiyle hüzünlenin ve hızlıca toparlanıp size ağırlık veren her türlü objeyi bertaraf edin. (işe yarayacakları, giymediğiniz kıyafetleri ve kullanılabilir durumdaki aletleri, karantina sonrasında ihtiyacı olanlara vermek üzere istifleyin. (Başka insanları umursamıyor olsanız bile, evdeki kalabalıktan kurtulmak için)

 

5- Bağış yapın. Hesabınızı sarsmadan, yerinizden bile kalkmadan birine ‘iyilik’ yapabilmenin hazzını yaşayın.  Aşağıdaki bağlantıda, 3 yıl önce buraya sonrasında kitabıma koyduğum “Evlat” yazısı mevcut. Yardım yapabileceğiniz bazı dernekleri sıralı olarak görebilirsiniz. Veya bunlar dışında, münferit yardım bekleyen, güvenilir kişilerin paylaştığı ihtiyaç sahiplerini takip edebilirsiniz.

https://albaraz.com/2017/07/05/evlat/

 

6- Film, belgesel, dizi ve tiyatro kayıtları izleyip, gerçek dünyanın biraz dışına çıkın.

 

7- Hayatınızdaki (veya artık hayatta olmayan) kişilerden birini seçin ve ona hitaben mektup yazın. Saçma mı geldi? Yazdıktan sonra yaşadığınız ruh karmaşası esnasında bunu bir kez daha düşünün. Sansürlemeden yazın.  Senelerdir içinizde tuttuğunuz bir duyguyu detaylıca anlatın. Kardeşinizle ilgili kendinize bile itiraf edemediğiniz hisleri, annenize haykırmak istediklerinizi, çocuğunuza duyduğunuz kocaman sevgiyi ve ona öğretmek istediklerinizi, can yakan aşkınızdan haberdar bile olmayan kişiye duyduğunuz korkunç özlemi veya sizi anlıyormuş gibi hissettiğiniz yazara olan empatinizi yazın.

Kimse okumayacak. Kimse bilmeyecek. Tüm çıplaklığıyla yazmaya cesaret edebilirseniz, keyifli oyun. Sonunda ağlasanız bile.

 

Bu salgın günleri geçecek, her şey düzelecek” gibi cümleler kuramıyorum ben. Salgın tek derdimiz değil ki bu gezegende. Sonrasında da sıkıntılarımız olacak, bazen çok güleceğiz, bazen öleceğiz, ama onlar da geçecek. Toplam insan sayısı kadar hüzün ve mutluluk olmaya devam edecek. Korona pandemisini yaşayan insanların hiçbiri 120 yıl sonra toprak üzerinde olmayacak, her şey unutulacak.

İşte o yüzden yazdım bu yazıyı.

120 yıl sonra herkes gittiğinde, birileri beni bulsun ve “anlasın” diye.

 

 

18 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Gündem, içimden geldiği gibi

Sevdiğim Kitapları Sordular

Bugüne kadar seni en çok etkileyen 4 kitabı yazar mısın?” denildiğinde, insan önce afallıyor. Zihnini biraz çalkalıyor, çocukluğunu düşünüyor; sonra alt raflardan bir kitabı çekiyor, bu sefer üsttekiler üzerine devriliyor.

Marie Claire dergisi bu soruyu bana yöneltip hemen yanıtlamamı isteseydi, muhtemelen gülerek “ay çok zor bir soru” der ve süre isterdim.

Neyse ki onlar peşin peşin 1-2 gün vererek, düşünmeme imkan tanıdılar.

Uzun lafın kısası; Marie Claire dergisinin Şubat sayısında arz-ı endam ediyorum.

Eline geçiren, 78. sayfaya bakabilir.

🙂

Sevgiler.

 

 

 

11 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Gündem Dışı

Gökçeada

Çocukluk yıllarımın yaz dönemlerini Çanakkale’de geçirmiş olmama, hala her sene oradaki dostlarımızı ziyaret etmemize ve şehrin pek çok ilçesini görmüş olmama rağmen, Gökçeada’ya bir türlü denk gelememiştik.

Nihayet güneşli bir Mart hafta sonunda, yavaş şehir (cittaslow) ünvanını almaya hak kazanmış bu güzide adanın havasını solumak kısmet oldu.

Kabatepe iskelesinden başlayan yaklaşık 1.5 saatlik feribot yolculuğundan sonra adaya iniş pek hayal ettiğiniz gibi olmayabilir, zira Çanakkale’nin yeşil-mavi doğasına burada rastlamak mümkün değil. Ada ilk bakışta çorak, çıplak tepelerden oluşan, fazlasıyla boş ve sessiz bir yer gibi gelebilir gözünüze..Zaten eğer hareketli bir tatil beldesi ve gece hayatıysa aradığınız, Gökçeada size göre değil.

Ege Denizi’nin kuzeyindeki Gökçeada, ülkenin en büyük adası olmakla birlikte, sokaklarda kalabalık göremeyeceğiniz, toplu taşımanın da pek yaygın olmadığı bir yer.. Merkezinden başlayayım anlatmaya.. Meşhur Efi Badem Pastanesi’ne illa uğrana, kurabiyesinden alına ve her derde deva el yapımı doğal zeytinyağı kremi denene…Ama en önemlisi; yazarken bile ağzımı sulandıran, mis gibi süt kokan, tazecik “sakızlı muhallebi”den iki-üç tabak yenile..

Ada’da en sevdiğim yerler listesinde birinci sırada tabi ki Yakamoz Meyhanesi… Eski bir Rum köyü olan Yukarı Kaleköy’de, taş bina Yakamoz Motel’e bağlı, müthiş manzaralı, ortasından soba geçen, yıllardır hayalini kurduğum meyhane. Lokum gibi kalamar ve Rum böreği, ağızda dağılan kılıç şiş ve acaip yetenekli keman-klarnet-darbuka üçlüsü. Bir oynuyorum oturduğum yerde, bir gözüm doluyor, çünkü öyle bir çalıyorlar ki klarneti, kemanı, can dayanmaz. Hiç çıkmak istemedim o meyhaneden. Sanki bıraksalar günlerce orada oturabilirdim.

Listemin ikinci sırası; yine Kaleköy’de konuşlanmış Mustafa’nın Kayfesi. Bir kahve insana nasıl bu kadar huzur verir, içini açar, bilmiyorum. Dönüş feribotuna yetişeceğimiz için acele tarafından Dibek kahvesini içtik (güzeldi) fakat tam tadını çıkarmadım oranın telaştan..Bir dahaki gidişimizde meşhur sabah kahvaltısını denemeyi ve uzun uzun karşımızdaki dağ manzarasına bakıp sakinleşmeyi planlıyorum.

 

Mustafa’nın Kayfesi’nin hemen yanında şahane bir sabun atölyesi var. Klasik hikaye; karı-koca İstanbul keşmekeşinden sıkılıp yıllar önce Ada’ya yerleşiyor, acaip sempatik bu atölyeyi kuruyor ve el yapımı sabun, zeytinyağı, kolonya satışına başlıyor. Keçi sütlü sabun ve limon çiçeği kolonyası tavsiye olunur…

Zeytinli Köyü’nün taş evleri ve sokakları arasında dolanmanızı, sevimli kafelerinde sakızlı kahve ve muhallebi denemenizi ve zeytinliklerin arasındaki Rum köyü Tepeköy kahvesinde oturmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Aşağıda kahvenin fotoğrafı var, tam biz gittiğimizde şık şık giyinmiş insanlar kutlama yapıyorlardı, hayırdır dedik, meğer Rumların özel bir günüymüş. Bir keyif şarapları, kahveleri içiyorlardı. Bizi de aralarına aldılar, yarı Türkçe yarı Rumca, sanki yıllardır biz de o köydenmişiz de ahbaplık ediyormuşuz gibi konuşmaya başladık, güldük, eğlendik. Rum aksanını zaten oldu bitti pek severim..Yaşlı amcalar, hoşsohbet teyzeler bize oradaki hayatlarını, torunlarını anlattılar. Böyle sahneler beni niye bu kadar hüzünlendiriyor bilmiyorum. Yazdım aklıma…

Tepeköy kahvesinin biraz aşağısında Barba Yorgo meyhanesi var, lakin sezon açılmadığından buradaki yemek faslını bir sonraki gidişimize bırakmak durumunda kaldık. Ama tabi ki Yorgo Amca’yı bulduk, meyhanin yanındaki arsasında yetiştirdiği üzümlerden yapılma çam sakızı şarabını aldık. Yorgo bize tatlı tatlı yıllardır bu işi yaptığını, kayınpederi Taki’den öğrendiğini anlattı. Hatta Taki’nin 50-60 yıllık şarapları da meyhanenin bir köşesinde sergileniyordu. Onları asla satmazmış Yorgo…

Ada’dan alınabilecek pek çok şey var; Eski Bademli Köyü’ndeki Gökhan’ın Bal Çiftliği’nden bal, merkezdeki Ada Rüzgarı’ndan teneke ve sepet peyniri, dağ kekiği, karadut reçeli ve keçi sütlü sabun ilk aklıma gelenler.

Gökçeada’nın tek dezavantajı, arabasız bu saydıklarımın epey zor yapılacak olması. Başta da belirttiğim gibi; ortalarda minibüs, otobüs pek göremiyorsunuz, taksi de nadir. Saydığım köyler arasında yürüyerek dolaşmak imkansız denebilir. Bu da ziyaretçilere bir hatırlatma olsun…

Sabun Atölyesi

Kefaloz sahilinde denize girip çamur banyosu yapmayı, Barba Yorgo’da sirtaki eşliğinde coşmayı,  Eski Bademli Köyü’ndeki Son Vapur Oteli’nde karadut şurubu içmeyi ve yine Yakamoz’da (bu sefer güneş batmadan) demlenmeyi bekliyorum.

 

Bu gemi ne zamandır burada

Çoktan boşaltmış yükünü

Gece de olmuş, rıhtım da bomboş

Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa

Arkada, güvertede

Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

 

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye

İçerde üç beş kişi

Yalnızlık üç beş kişi

Bir kadeh rakı söylerim kendime

Bir kadeh rakı  daha söylerim kendime

-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi

-Denizin değil hüznün üstünde.

 

Belki yarın gidecek

Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

 

İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

Edip Cansever

 

Yorum bırakın

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?, Enteresan Deneyimler, Gündem Dışı, Tadı Damağımda Kalanlar

Gurme Turu

Ne zamandır merak ediyordum, nasıldır bu anlatıla anlatıla bitirilemeyen ‘gurme gezileri’ diye..Kısmet bugünlereymiş.. Hala damağımda, dimağımda tazeyken yazayım da, bilmeyenler de keşfetsin bu saklı sokak lezzetlerini.

Bir şirketin, çalışanları için yapabileceği en güzel organizasyonlardan biri olan yeme-içme gezisinin haberini aldığımda önce sevindim, sonuçta dünyada en sevdiğim aktivitelerden biri olan “yemek yemek” eylemini içeriyordu. (Bu arada ‘yemek yemek’ biraz enteresan bir söz öbeğiymiş. Yazınca garip geldi, ama söylerken hiç değil)

Fakat sonra biraz duraksadım, çünkü tatil sabahı erkenden (09.00’da) Eminönü Yeni Camii önünde buluşma ve 4 saat boyunca yürüyerek sokakları arşınlama gibi, pek sevmediğim 2 eylemi de bünyesinde barındırıyordu.

Çoğu yere olduğu gibi, sabahki buluşmaya da geç kaldık, 5 dakika kadar ama olsun, yine de ritüelimizi bozmadık. 12 kişilik grubumuz toplanmış, sevimli rehberleri ile bizi bekliyorlar, bir yandan da sokak arası bir kahvaltıcıda peynirleri, simitleri, zeytinleri götürüyorlardı.  Rehberimiz Claudia Turgut’u görünce (Evet, ironi büyük. Tarihi yarımadamızdaki lezzetleri bize ‘elin İngiliz’i’ anlatacaktı) gezinin pek keyifli geçeceğini hissettim. ‘Pozitif kadın, belli. Sabahın köründe ağzı kulaklarında. Nereden öğrenmiş buraları da rehberlik yapıyor ? Türk biriyle evli tamam da, buraları anlatacak kadar tarihi nasıl biliyor’ düşünceleriyle takıldık Claudia’nın peşine..Kulağımızda kulaklıklar, ilk hedef Mısır Çarşısı’ndaki “Ucuzcular Baharat“. Baharatın her türüyle aram iyidir, severim ama İstanbul’da kalkıp baharatçı gezmek aklıma gelmezdi. Dükkan çalışanları gedikli belli, hemen bizi çember yapıp onlarca baharatı tattırıp, bir de hikayesini anlatıyorlar. Bu minik dükkan pek hoşuma gitti, çeşit çeşit baharatlar, şifalı yağlar..Tavsiye ederim.

Çarşıdan çıkıp biraz ara sokaklara dalıyoruz, sabah 11.30’da Lezzet-i Şark Antep sofrasında buluyoruz kendimizi. Ekip bizi bekliyor, güleryüzle karşılayıp mis gibi Adana, Urfa, İçli köfte ve en sevdiğim köpük köpük yayık ayranla bizi mest ediyorlar. Sonra gezinin en sevdiğim durağı, tarihi Altan Şekerleme. Şimdi başında 5. kuşağın bulunduğu bu şekerlemeci 1865 yılından beri kendi imalatını yapıyor ve nefis lokumlar, helvalar, şekerlerle ağızları tatlandırıyor. Trip Advisor’da hakkında pek güzel şeyler yazılmış, zaten biz gittiğimizde de içeride çekim yapılıyordu. Kesinlikle tavsiye ederim, çok nostaljik, çok lezzetli.. Güllü, böğürtlenli ve karadutlu lokumlar şahane…

Lezzet-i Şark

Altan Şekerleme

 

Altan Şekerleme .

Lezzet durakları Develi’nin minik tatlı dükkanında sıcak katmer, tarihi pidecide kıymalı ve peynirli pide, Bereket Döner’de domatesli-biberli döner, Kantarcılar Caddesi’nde tavuk göğsü ile devam ediyor.. Bir lokma daha yiyemeyecek hale gelerek turumuzu Tarihi Ali Paşa Hanı’nda Türk Kahvesi ile noktalıyoruz. Hana bayıldım, Genco Erkal’ın (Dostlar Tiyatrosu) orada tiyatro yaptığını bilmiyordum, bu da benim ayıbım olsun.

Ali Paşa Han

Eğer böyle bir yeme-içme gezisi yapma fırsatınız olursa, mutlaka katılın. Kendi şehrinizde turist gibi gezmek, uğrak mekanlarınızın dışında bir yerlerde zaman geçirmek ve tarihi yerlerde yemek-içmek pek iyi geliyor. Bir nevi minik tatil..Afiyet olsun…

Not: Claudia Turgut’un yeme-içme bloğu burada. Çok detaylı ve ince çalışılmış bir blog, Dezavantajı İngilizce oluşu…Aklınızda bulunsun.

 

2 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Gündem Dışı, Mutluluğun Tarifi : Yemek, Tadı Damağımda Kalanlar, Yemek

Eski Kafa

İstanbul’da hep bildik mekanlara gitmekten, benzer çayları içmekten ve aynı dekorasyonlu kahvelerde oturmaktan sıkıldıysanız, size önerebileceğim enteresan bir yer mevcut : At Pazarı Meydanı – Eski Kafa kafe.

At Pazarı Meydanı; eski yıllarda at ticaretinin yapıldığı, ancak sonra çıkan yangınlar sebebiyle ufala ufala şimdiki halini alan tarihi bir meydan. Şimdilerde bu meydanda birçok kafe bulunuyor, Eski Kafa da bu mekanlardan biri ve sanırım en ilginci.

Şair ve mimar bir çiftin işlettiği bu mekan; tarihi görüntüsü, vitrininde bulunan kocaman şerbet kavanozları ve masalarda pişirilen kestaneleriyle aklımda yer etti. Bildiğimiz, her zaman gittiğimiz “modern” yerlere benzemiyor, İstanbul’un eski zamanlarında yaşadığını hissettiriyor insana..Hani dostane ve barışçıl hayatların olduğu yıllarda.

eskikafa.

Şerbet

Hakiki sahlep yaptıklarını duyunca içelim dedik, hakikaten muhallebi gibi, kıvamlı ve pek lezzetli geldi.. Sonra çaylar masaya kondu, keyfi detaylarında gizli halde. Hiçbir yerde çayın beraberinde bal ve yemiş getirdiklerini görmemiştim, hoş bir sunum olarak hafızamda yer etti. Tatlılarından yemedik, ancak görüntülerinin pek çekici olduğunu söyleyebilirim. Burada gününe göre farklı yemek seçeneklerinin ve her daim  bulunan bazı özel yiyeceklerinin olduğu da kulağıma gelenler arasındaydı, fakat deneme fırsatımız olmadı..Bir dahaki sefere artık.

çaylar

Yolunuzu her zamankinden farklı bir semte düşürüp, tarihi sokaklarda dolaşmak isterseniz, Fatih At Pazarı Meydanı’nı tavsiye ederim. Çayınızı, kahvenizi içtikten sonra meşhur Kadınlar Pazarı’na uğrayın, yöresel kuruyemişlerin, balların tadına bakın.

Son olarak; Vefa Bozacısı’na uğrayıp kapıdaki kuyruğa şaşkınlıkla bakmak suretiyle leblebili, tarçınlı bozalarınızı için…Afiyet olsun…

Yorum bırakın

Filed under Enteresan Deneyimler, Tadı Damağımda Kalanlar

Çukurcuma – Heirloom

Bugün bir anda kafamda bir şimşek çaktı ve uzun zamandır yapmak istediğim Çukurcuma turumu gerçekleştirmeye karar verdim..Antikacılar, yokuşlu sokaklar, eski dükkanlar arasında bir turist gibi dolaşırken; yolum çok enteresan bir mekana düştü: Heirloom adında bir butik işletme..

Türkçesi Yadigar olan bu mekanı “otel” olarak adlandırmak mümkün değil; çünkü burası tamamen farklı bir mantık güdülerek açılmış..Gidip görmeden tam olarak anlamak ve anlatmak kolay değil; elim yettiğince tasvir etmeye çalışayım o halde..

1902 yılında yapılmış bir şaheser bina düşünün..Bu binayı o yıllarda yapan Michel Bey; ailesi ile birlikte çok güzel ve varlıklı zamanlar geçiriyor, ancak mübadele döneminin zorlukları bu aileyi derinden etkiliyor ve çöküş yılları başlıyor..Ailenin kalan son ferdine ulaşan Dilek Hanım ve Kardeşi Ender Bey; akıllarındaki düşünceyi hayata geçiriyorlar ve Heirloom adlı bu enteresan mekanı misafirlerine sunuyorlar..

Benimsedikleri düstur;  o evde yıllar boyu yaşanan tarihin bıraktığı dokuya ellerinden geldiğince az dokunmak ve aynı zamanda çevreyi de mümkün olduğunca korumak.. Kimyasal, zararlı, yapay hiçbir maddeye rastlayamıyorsunuz Heirloom’da..Sahibesi Dilek Hanım ile uzun uzun sohbet ettik o şirin bahçede, bana tüm odaları tek tek gezdirdi, herbirinin hikayesini büyük bir heyecanla anlatarak..

Odalardaki çalışma masaları farklı ağaçlardan yapılmış..Dilek Hanım tüm ürünlerin geri dönüşümlü olmasına özellikle dikkat ettiklerini, bu sebeple masaların üzerine vernik dahi sürülmediğini anlattı bana..Misafirlere yiyecek ve içecek ikram ederken kullandıkları ve aynın zamanda satışa sundukları çok sempatik ahşap objelerin de; izin alınmak suretiyle ölmüş zeytin ağaçlarından yapıldığını ve onların da üzerine sadece zeytin yağı sürüldüğünden bahsetti.

Doğaya ve tarihe saygıları her detayda hissediliyor zaten Dilek Hanım ve Ender Bey’in.. Düşünsenize; binadaki eski merdivenleri bozmamak için, girişte ayakkabılarınızı dahi çıkarmanız gerekiyor.. İşte böyle enteresan bir yer Heirloom.. Daha detaylı bilgi için gazetede yayımlanmış yazıyı burada bulabilirsiniz.. Bu arada; Çukurcuma’ya gitmişken; antikacıları gezmeyi unutmayın.. Güzel günler, mutlu gezmeler..

2 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Kültür-Sanat

Ne yapıyorum ben?

İnsanın hayatında değişik, terelelli, yenilikçi dönemleri oluyor ve ben galiba o zaman dilimlerinden birindeyim.. Geçen yaz sadece oyunculuk aleminde bir deneyimim olsun diye katıldığım ilk Türk zombi filmi olan ‘ADA‘ filminin setindeki maceralarımı (bkz.) yazmış, eşten dosttan “çok iyi yapmışsın, bir daha böyle bir tecrübeyi zor bulursun” benzeri destekler almıştım.. 

Zaten serde “yaptığımız rutin işlerden zaman zaman daralma/yenilik arama” var; ben de dedim ki; Ahmet ile Emre’yi fiştekleyeyim ve bu kulvarda ilerleyelim 🙂

Meğerse canlarım benden bir işaret beklermiş; onlarca yapılacak işin arasında dilimiz dışarıda Kadıköy’de buluştuk ve aile dostumuzun çalıştığı oyunculuk ‘cast’ ajansına kendimizi dar attık 🙂

Heyecanla kapıdan girip; biz karşılayan hatuna derdimizi anlattık.. Halihazırda çalıştığımızdan, oyunculuk eğitimi almadığımızdan, sadece rutin iş hayatlarımızı renklendirmek için bu yola başkoyduğumuzdan bahsettik ve resimleri bilgisayara kaydettik..

Ajansa bağlı çalışanların tahmini % 98’i profesyonel olarak oyunculuk yaptığından pek şansımız yok gibi gözükse de, yılmayacağız ve Ahmet & Emre’nin bir arkadaşlarının çalıştığı reklam ajansına da (biraz daha amatör ruhlu) kaydolup işimizi sağlama alacağız..

Peki bütün bunların sonunda ne olacak? Henüz bilmiyorum ama olur da bir yerlere çağrılırsak; sadece her zaman yaptığımdan farklı bir şeylerle uğraşmanın keyfini çıkarmaya çalışacağım gibi geliyor…Set deneyimlerimi -tabii eğer olursa- buradan uzuuun uzun paylaşacağım … İyi Seyirler 😉

                                                   

Yorum bırakın

Filed under Enteresan Deneyimler, içimden geldiği gibi

Zarifi’de Balkan Havası

Balkanlardan hep soğuk havalar gelecek değil ya; bu sefer de samimi, güzel sesli, doğal ve yetenekli bir hatun geldi; çarşamba akşamları Beyoğlu’ndaki Zarifi‘ye yerleşti..

Suzan Kardeş ’95 yılından beri tüm BKM tiyatroları ve filmlerinde; örneğin Bir Demet Tiyatro, Vizontele, Organize İşler‘in setlerinde saç ve makyaj ustası olarak görev almasının yanında; 89’dan beri de Sezen Aksu ile birlikte çalışıyormuş.. İlk çalıştığı işlerse Hürriyet Gazetesi ve Şan Tiyatrosu imiş..

Arada ufak tefek roller de alan bu hatunu benim ilk görüşüm; Bir Demet Tiyatro’daki Laz Bakkal’ın yanındaki evden sarkan hatunu canlandırmasıyla olmuştu..

1992 yılında “Bekriya” adlı meyhane açıp 12 sene işleten ve orada mikrofonsuz şekilde Rumeli türküleri söyleyen Kosovalı bu hatun; Sezen Aksu’nun desteğini de alınca; 4 tane albüm çıkarıyor ve çok da iyi yapıyor..

2009’dan beri sahneye çıktığı Zarifi‘de bu sene çarşamba günleri çıkan Suzan Kardeş’i izlemeye 3 gün önce gittim ve uzun zamandır bir mekanda bu kadar coşmadığımı fark ettim..

Duygusal Makedon şarkıları, Boşnak türküleri, Türk Sanat Müziği, oynak Balkan havaları ve hatta Batsın Bu Dünya ile insanın ruh hali karman çorman oluyor, e bir de masanda çok sevdiğin, yıllardır tanıdığın eş-dost olunca; gece şahane bir hal alıyor..

Bu arada orkestranın hakkını vermek lazım; kemanından akordeonuna; tubasından uduna, hepsi çok başarılıydı, zaten Suzan Kardeş de orkestra şefi Hüseyin Bitmez’e ve bir iki arkadaşına birkaç şarkı söyleterek hem enstrümanda hem yorumda onlarla birlikte devam etti geceye..

Gece başlamadan önce salaş kıyafetleriyle masa masa dolaşıp, herkesle muhabbet ediyorken, –masa başında ve sahne yanında olmam hasebiyle-  yanıma gelip şirin şirin sohbet etti, sonra da “ay hadi ben bir makyaj yapayım da şarkıcı olayım” dedi.. Dayanamayıp “ben de böyle doğal halde çıkacaksınız sanıp şaşırdım” deyince “aaa olur mu ayol, bu suratla sahneye çıkar mıyım hiç” diyerek güldü.. Belki bu samimiyetinden, belki sahnedeki doğallığından, belki de tamamen o geceki halet-i ruhiyemden ötürü, benim bu hatuna ve şarkılarına kanım ısındı..

Balkan havalarından ve eski Türkçe şarkılardan keyif alanlara; dışarıda değişik ve eğlenceli bir gece isteyenlere şiddetle tavsiye olunur…Da Gledanye🙂

Yorum bırakın

Filed under Enteresan Deneyimler, Kültür-Sanat

Yaşayan Tek Ermeni Köyü

Bayramda ne mi yaptım ? 

  1. Karmaşadan-kaostan-çalışmaktan uzak bir 4 gün geçirdim
  2. Pek özlemiş olduğum uzaktaki akrabalarımla eğlenceli, sıcak çocukluk günlerime döndüm
  3. Temiz hava, bahçe, deniz suyu gibi şu aralar pek ilgimin olmadığı kavramlarla haşır neşir oldum
  4. Kendine has köyler, asırlık çınarlar eşliğinde ilginç kültürlere ucundan da olsa bulaştım
  5. Hepsi bir arada

Büyük bir mutlulukla ‘e’ şıkkını işaretliyorum ve yazıma geçiyorum J 

Geçen bayramda yapamadığım ve özlemini duyduğum aile toplaşmasını bu sefer nihayet yaşadım (bkz. Zagreb yazısı) ve İskenderun’da şahane bir 4 gün geçirdim.(MaaaşallaahJ ) Kafamı dinleyerek ve akrabalarımla bol bol sohbet ederek geçirdiğim zamanların dışında beni mutlu eden bir şey daha yaptık; arabaya atlayıp Antakya’da -şu sıralar çok meşhur olan- Vakıflı ve Hıdırbey köylerini arşınladık.. 

 Vakıflıköy; Türkiye’nin yaşayan tek Ermeni Köyü olup, ufacık tefecik, içi dolu turşucuk bir yer.. Küçük, pırıl pırıl bir kilisesi ve bolluktan yerlere taşan derya deniz portakal-mandalina ağaçları var..  

Köy halkı organik tarımla uğraşıyor, kilisenin hemen dibinde de bal, nar ekşisi, turunç reçeli vb. satılıyor. Şırıl şırıl akan suların ve altın portakalların arkasından fışkıran kızıl-bordo bitkilerin verdiği huzurla 5 yaş gençleşme ihtimali var:)  

 Buradan sonra istikamet; Hıdırbey Köyü.. Buranın ilginçliği de; Hz. Musa’nın asasının saplandığı yerde yeşermesiyle oluştuğuna inanılan 1500 yıllık bir koca çınar.. Çınarın içi oyuk, çevresi 20 metre (dış çapı 7.5 m ve iç çapı 5.4 m, düşünün içerdeki boşluğun heybetini)

                        

 

Bir dolu insan çul-çaput-mendil ne bulursa bağlıyordu çınarın içine girip, e ben de eksik kalmadım tabi 🙂

Kültür turumuzu bitirince Antakya şehir merkezine kapağı attık ve oranın olmazsa olmazı künefeyi mideye indirdik.. Yöresel turları ve eski kültürleri keşfetmeyi sevenlere Antakya, İskenderun ve civardaki köyleri şiddetle tavsiye ediyorum ve künefeci amcanın resmiyle yazımı noktalıyorum 🙂

 

2 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Gündem Dışı

İzmir’in Dağları, Manisa Köftesi ve Adana Mutfağı

İş seyahati çok sık başıma gelen bir durum değil..Geçen hafta bu nadir hallerden biri gerçekleşti ve 3 günümü İzmir’de geçirdim..Yanımızdaki misafire Türk mutfağını tanıtacağız ya; İzmir sahillerinde balıkla başladık; Manisa’da kağıtta karışık ızgara ile devam ettik; İstanbul’da güney mutfağıyla son noktayı koyduk..” Koskoca 3 günden aklında tek kalan bu mu” diyebilirsiniz..Emin olun yemek sefaları dışındaki kısım hiç ilgi çekici veya iç açıcı değil.. Yaşım kemale erdiğinde ‘müşterilerle ilişkiler, iş hayatının açmazları ve enteresan fabrikalar’ konulu bir blog açarsam; orada bol bol anlatırım:)

 İzmir-Ali OsmanBurası İzmir- İnciraltı mevkiindeki Ali Osman’ın Yeri.. Balık gelince resim çekmeyi unutmuşum, o yüzden sadece mezeler var:)  Sanırım İstanbul’da denize nazır, salaş bir lokantada, taze, ucuz ve lezzetli balık bulmak daha zor..Bilen varsa paylaşsın:)

 

 

 

Manisa--Köfte

Burası da Manisa, Köfteci Ali..Şahane bir karışık ızgara geliyor önümüze; köfte, pirzola,şiş ve ayrı tabakta kokoreç..Ayran da bakraçta..Klişe tabiriyle “Manisa’ya yolu düşenler uğrasın” demekten başka çare yok:) Tabak-çanak trafiğine çözüm kağıtta servis..Masa örtüsü de kat kat kağıt..Çok pratik ama yine de yerken “bir dükkan için ne kadar ağaç gidiyor” diye düşündüm..Bulaşık yıkarken harcanan su ve kimyasalın doğaya etkisiyle kıyaslamak lazım..Bilemedim.

Kebap--Kolcuoğlu

Bu resmen çılgınlık..Adana’nın meşhur Kolcuoğlu Kebapçısı’nın Küçükyalı şubesinde masalarda metrelerce yatan kebapları görünce insanın neşesi yerine geliyor 🙂  ‘Yeme de yanında yat’ lafı da buraya cuk oturuyor..

[ Belki her hafta iş seyahatine gidenler için çok sıkıcı bir eylemdir, bilmiyorum ; ama benim için ilginç bir deneyimdi.. Canımı sıkan şeylerden 3 günlüğüne de olsa uzaklaşmak ya da sadece değişiklik.. Her neyse; iyi geldi..Bu da böyle alakasız bir dip not olsun:) ]

1 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler