Category Archives: Gündem

Duyuru

Sevdiğim edebiyat dergilerinden Kitap Eki‘nin Aralık sayısına misafir oldum.

Dergiye ulaşmak isteyenler için satış noktaları: Burada ve şurada

Olabildiğince– mutlu, sağlıklı, huzurlu, bol yazmalı ve okumalı bir yeni sene temenni ediyorum herkese.

Not: İlk fotoğrafı Kitap Eki Instagram sayfasından aldım. (@kitapeki_info)

2 Yorum

Filed under Gündem, Gündem Dışı, içimden geldiği gibi

Engel

Bugün, pek başvurmadığım bir yöntem ile yazı paylaşacağım: Kendimden alıntı

Özel günlere dair pek yazmıyorum sayfamda, fakat bu sefer bir istisna yapmak istiyorum.

Biliyorsunuz, bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü.

Hepimiz engelli adayıyız“, “Sevgi her engeli aşar“, “Bir gün değil, her gün hatırlayalım” minvalinde paylaşımlar sıkça görülüyor böyle günlerde. Sosyal medyada engelli birinin yazdığı yazıyı okudum ve Serebral Palsi rahatsızlığı olan bir fizyoterapistin videosunu izledim. (Kendisinden bahsedilirken “başarılı bir fizyoterapist” oluşunun değil de, hastalığının vurgulanmasından muzdarip olduğunu anlatıyordu, çok da haklıydı, fakat ben olayı anlatabilmek için bu belirtmeyi yapmak durumunda kaldım.)

Özetle diyor ki; “Sevgi her engeli aşmıyor, aşsaydı hayatım boyunca acıyan bakışlara, dışlamalara maruz kalmazdım.”

Maalesef farklı olanı her zaman çemberin dışına itmeye çalışırız, ona tuhaf bakarız. Sırf ‘engel’ olması gerekmiyor, birçok konuya uyarlanabilir bu.

Bu özel gün vesilesiyle, eski bir yazımda yer alan pasajı tekrar paylaşmak istedim. Belki bugün veya sonrasında bir bağış yapmak, yardım etmek isteyen çıkar ve ne yapacağını bilemezse fikir verir diye.

“Bunların haricinde, LÖSEV (Lösemili Çocuklar Vakfı – http://www.losev.org.tr), KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı – http://www.kacuv.org), BEDD (Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği – http://www.bedd.org.tr), TOHUM OTİZM VAKFI  (http://www.tohumotizm.org.tr), SERÇEV (Serebral Palsili Çocuklar Derneği – http://sercev.org.tr), KASDER (Türkiye Kas Hastalıkları Derneği – http://kasder.org.tr),      ZİÇEV (Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı https://www.zicev.org.tr), ROBOTEL (Protez Kol/El Uzuvları sağlayan bir kuruluş – http://www.robotel.org) ve TEGV (Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı – https://tegv.org) gibi; erken teşhisin çok önemli olduğu hastalıklar ve eğitim üzerine çalışan dernek ve vakıflar da mevcut.  Ayrıca “yetim ve öksüz çocuklar derneği” olarak arama yaptığınızda, çeşitli illerden irili ufaklı dernekler karşınıza çıkıyor.

Bu derneklerde; bağış, sertifika düzenleme (örneğin Anneler Günü’nde bağış yapıp, anneniz adına bir sertifika hazırlatabilirsiniz) veya gönüllülük gibi yardım seçenekleri mevcut. Ayrıca isterseniz, nikah şekeri yerine düğün davetlileri adına bu derneklere bağış yapıp, herkese birer sertifika dağıtabilirsiniz.

Burada yazdığım hiçbir kuruluşla bir bağım, bağlantım yok. Sadece zaman zaman “faydasızlık”  korkum depreşir…”Yapabileceğimiz pek çok şey varken, niye bu pasifliğimiz” diye dertlenirim. Öyle günlerimden birindeyim herhalde yine. İşbu sebeple paylaşmak istedim…  Çocuk esirgeme kurumlarından “dayak”, “tecavüz”, “işkence” haberlerini duymayacağımız günler diliyorum.”

Yazının tamamını merak eden varsa: Evlat

Herkese mutlu, aydınlık günler.

Not: Yazı çocuklarla ilgiliydi. Hastalıklar, engeller, koruma yurtlarına dair bölümleri mevcuttu. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü ile ilgili kısmı buraya koydum.

8 Yorum

Filed under Gündem, içimden geldiği gibi

İçim Dışım Sobe

Canım hiçbir şey yazmak istemiyor.

“Ne işin var o zaman burada?” diyorsunuz.

Annesinden dayak yediği halde, yine ‘anne’ diye ağlayan bir çocuktur aşk” cümlesi harika anlatır durumu aslında. Yazmak, konuşmak, sızlanmak istemesem de, yine soluğu burada alıyorum. Günlüğüm burası benim, oyun alanım, kuytu köşem, mağaram, yer altım, okyanus dibinden oksijene çıktığım katmanım. Ayda bir yazdığım için ‘aylığım’ demek daha doğru belki.

‘Blog’ kelimesi nereden geliyor biliyor musunuz?

‘Weblog’ yani “internet günlüğü” teriminin kısaltılmışı. (Böyle bilgiler insanın iç sıkıntısını bir anda dağıtıverir. )

Üç gün sonra buz gibi betonlar arasından çıkan, şaşkın, ağlamayı aklına bile getiremeyen kuzu insanı hem ağlatır, hem güldürür. Onu çıkarırken ağlayan koca koca insanlar burun direğini acıtır, boğazdaki yumruyu sağlamlaştırır.

Güzel sarıyoruz yaraları, ona şüphe yok.

Giden yardımları yağmalayan birkaç soysuza, hırsıza da aldırmıyoruz. Her yerde çıkar çürük ruhlar.

Müthiş destek, müthiş birlik.

Peki sonra?

Sonra ne olacak?

Binaların kolonlarını kesenler, çürük raporu sunulmasına, hasar tespiti istenmesine rağmen ses çıkarmayan ‘ileri (!) gelenler‘, kafasını kuma gömenler, utanmayanlar…

Hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyoruz.

Bir sonraki afete kadar sırasıyla kahrolma, alışma, sabır dileme, dua etme, korku, kanıksama, tevekkül, unutma.

Boş alanlara, toplanma bölgelerine –ağaçlar yerine– korkunç betonarmeler dikmeye devam.

Ölürsen, öldüğünle kalmaya devam.

Yazmak istediğim, aklımda dönüp duran çok konu; dünyada da bir o kadar acı var. Ucundan bulaştığın her acı, ruhunda bir iz bırakıyor; sen unuttum sanıyorsun, ama esasında kaybolmuyor.

Dünya, Güneş etrafında dönmeye devam ettikçe (sevimsiz tabirle yaş aldıkça), geçtiğin her yoldan bir toz konuyor üzerine.

Bazen silkiniyorsun, yere atıyorsun tozları. Sonra yenisi geliyor. Vazgeçmiyorsun. Yine toparlanıyorsun.

Bir daha.

Bir daha.

(Kapanış paragrafına, deprem tedbirlerinin okunmasını, çocuklara anlatılmasını, oturulan binaların kontrol edilmesini salık veren, yardım etmenin, birliğin, dayanışmanın kıymetini vurgulayan, ‘hayat cidden kısa, keyfini çıkarın’ temalı, umut aşılayan cümleler gelmeli. Lakin şu an pek gücüm yok.)

https://www.afad.gov.tr/deprem-oncesi-ani-ve-sonrasi-alabileceginiz-onlemleri-biliyor-musunuz

6 Yorum

Filed under Gündem, içimden geldiği gibi

Korkuyorum

Bu dünya iflah olmaz” demişim kitabımın 38. sayfasında. Sevmiyorum dünyayı ben. Niye sevmiyorum? Halbuki ne güzel okyanuslar, kiraz dalları, taç yaprakları filan var.


Ama benim milyarlarca yıl önce, nefis şekilde oluşmuş gezegenin kendisiyle derdim yok ki zaten.
Binlerce yıldır savaş diye bir saçmalık var. Kılıçtan geçirenler, ‘düşmanın’ derisini yüzenler, yakarak öldürenler, insanların kafasını kesenler var.


Sonra mesela 2 yaşında bebeğe, cinsel organını sokarak öldürenler var. 14 yaşında çocuğa şehrin ileri(!) gelen yavşaklarının (bit yavrularını tenzih ederim) aylarca tecavüz etmesi ve hiç ceza almadan hayata devam etmeleri gibi milyonlarca olay var. Kendi kızına tecavüz ederek hamile bırakan, sonra da yıllarca hem kızını hem de doğurduklarını evinin bodrumunda hapseden baba var.


Kölelik var mesela, ten rengi farklı diye bir insana yapılmış, okumaktan bile imtina edeceğimiz işkence yöntemleri var.
Para için eroin üreterek/satarak çoluk çocuk öldürenler, hayvanlara akla hayale gelmeyen eziyetleri yapanlar, biriyle birlikte oldu diye kendi çocuğunu canlı canlı gömenler, biraz daha zenginleşmek için sürüyle insanı açlıktan ölmeye mahkum edenler, deprem yardımına giden tırları yağmalayanlar, enkaz altında görünen kollardan yüzük çalanlar var.


– “Bunları niye okuyorsun? Niye didikliyorsun? Hayatın güzelliklerini görsene!” (Ben okumayınca yok olmuyor ki bunlar.)

Niye yazdım bunları? Beğeni almak için mi? Bilakis, en az beğeni bu tarz nevrotik yazılara geliyor. Kimse sevmiyor böyle negatiflikleri okumayı.

İçimi döktüm sadece. Bir halta yaramaz.

Yaşamak sağlığa zararlı mıdır acaba?

Uyanıp Dünya ile yüzleşmem lazım.


11 Yorum

Filed under Gündem, Gündem Dışı, içimden geldiği gibi

İyimser Karantina

Salgın, pandemi, ‘evdeki mutluluk’, karantina sözcüklerini içeren bir metin daha okuyacak gücü ve sabrı olanları, yayınevim Tara Kitap’ın sitesindeki son yazıma davet etmek isterim.

https://www.tarakitap.com/blog/karantina-bana-ne-ogretti-zeynep-albaraz-gencer

Herhangi bir dönemde aydınlanmak, bilinçlenmek, ermek mecburiyetinde değiliz elbette.

Berbat hissedebiliriz, geriye gidebiliriz, geçmişte boğulabilir veya kaygılarımızın beyin hücrelerimizi darp etmesine izin verebiliriz.

Tercih tamamen bize ait.

Ben bu kez kendimi hırpalamamayı, dağarcığımı doldurmayı ve öğrenmeyi tercih ettim.

 

Mutlu günler…

 

9 Yorum

Filed under Gündem, içimden geldiği gibi

Korona Güncesi – Tarihe bir not

“Öyle garip bir dünya.

Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.

“Düşmem” dersin düşersin, “Şaşmam” dersin şaşarsın.

En garibi de budur ya; “Öldüm” der durur, yine de yaşarsın.”

Mevlana

 

Mevlana’nın bu dizelerini nicedir şiar edinmiştim edinmesine de, bu felsefenin tüm gezegene uyarlanabileceğini, sanıyorum hayal edememiştim.

Başlıkta “tarihe bir not” yazdım ama külliyen yalan. Yine kendi ölümsüzlüğümün peşindeyim herkes gibi.

120 yıl sonra birisi -internet hâlâ günümüz metodlarıyla  kullanılacaksa-, arama motoruna “korona” yazdığında bulunmak istedim. Zaten koskoca, anlı şanlı dünya tarihinin, benim günceme ihtiyacı olduğunu da sanmıyorum.

İnanması/alışması güç, her sabah uyandığımda “yine o sürreal rüyalarımdan mı gördüm” dedirten, gün sonunda “vaka sayısı” açıklaması beklediğim, insanların öldüğü ve adı-sanı olmayan birer istatistiğe dönüştüğü, “ellerinizi yıkayın” gibi tuhaf uyarıların yapıldığı, kimseye sarılamadığım, sokakta maskeli/eldivenli, birbirini şüpheyle süzen insanların peydahlandığı, işimi, sıradan özgürlüklerimi özlediğim absürt günler… (gerekliliği tartışılır bilgi: Absürt kelimesi, Latince “absurdum” sözcüğünden geliyor.)

Şimdi ben kendi hayatımı nasıl irdelemeliyim? Pandemi öncesinde dert edindiğim, canımı sıkan, gönlümü yoran konuların “aslında ne kadar önemsiz olduğunu” düşünüp, “her şeyin başı sağlık” düsturuyla mı hareket etmeliyim?

Yoksa tam tersi; “Korona’dan darbe yemezsek depremde, olmadı meteorda, bir hastalık veya kazada, o da tutmazsa ecelimle ölüp gideceğim. Uzun yaşasam bile, her gece “ölmesinler” diye dua ettiklerimin gidişini izleyeceğim. Hep söylüyorum sana, şu uçsuz bucaksız gibi görünüp, her nasılsa 3 günlük olabilen ömrü istediğin gibi yaşa be kızım” diye kendime diklenmeli miyim?

‘Normal’ zamanda bile ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi karıştırırken; hepimiz için sıra dışı olan bu günleri öğrenmeye, düşünmeye, okumaya ve üretmeye mi ayırmalıyım? Peki kuyrukları birbirine değmeyen tilkilerim ne olacak? Kim yardım edecek bana? Psikologlar mı? Anti-depresanlar mı? (“Onlar da terk ederdi, olmasa param” mırıldanmasıyla kendimi güldürdüm  şu aşamada.)

Kimsenin içimizdekileri bilmediği bir dünyada, yaşamaya çalışıyoruz anlaşılmak umuduyla” cümlesini daha 1 sene önce sen yazmadın mı Zeynep? Niye hala anlaşılmak, onaylanmak, hissedilmek peşindesin? Akıllan artık, bak dünya ikinci rönesansı yaşıyor!

Bu kadar laf salatası yetişir, “karantina günlerinde yapılacaklar” listelerine bir yenisini de ben ekleyeyim. Hep savunduğum gibi; “Bir kişinin bile gününü güzelleştirirse, amacına ulaşmış olur.”

1- Yüzlerce kez yazılan maddeyi tekrarlamazsam olmaz: Evde birikmiş, “boş zamanımda okurum” dediğiniz kitapları, ilgilendiğiniz konulardaki internet makalelerini; bilim/moda/teknoloji/edebiyat dergilerini, ders kitaplarınızı ve ufkunuzu genişletecek yazıları okuyun.

 

2- Hayatınızda değiştirmek istediğiniz konuları, nefret ettiklerinizi, ayıplanma ve dışlanma korkusuyla kimseye söyleyemediklerinizi, karaciğerinizi delen aşkınızı, çocukluk acınızı ve gelecek kaygılarınızı yazın. Eğer evde bunu didikleyip karıştıracak kimse yoksa, her gün yazın ve saklayın. Aksi durumda yırtın, yakın. (veya kitaplaştırın, herkes okusun – mahlas kullanabilirsiniz.)

 

3- İdealist ve çalışkan iseniz, eğitim sitelerinden ilgi alanınıza dair bir şeyler öğrenin. Şu iki bağlantıda örneklerini bulabilirsiniz:

https://toptalent.co/dunyanin-en-iyi-14-ucretsiz-online-egitim-sitesi

https://blog.youthall.com/ucretsiz-online-egitim-alabileceginiz-en-iyi-7-web-sitesi

 

4- On yıldır açmadığınız çekmeceleri karıştırıp eski fotoğrafları, kıymet verdiğiniz ama kimden kaldığını bile hatırlamadığınız anıları bulmak suretiyle hüzünlenin ve hızlıca toparlanıp size ağırlık veren her türlü objeyi bertaraf edin. (işe yarayacakları, giymediğiniz kıyafetleri ve kullanılabilir durumdaki aletleri, karantina sonrasında ihtiyacı olanlara vermek üzere istifleyin. (Başka insanları umursamıyor olsanız bile, evdeki kalabalıktan kurtulmak için)

 

5- Bağış yapın. Hesabınızı sarsmadan, yerinizden bile kalkmadan birine ‘iyilik’ yapabilmenin hazzını yaşayın.  Aşağıdaki bağlantıda, 3 yıl önce buraya sonrasında kitabıma koyduğum “Evlat” yazısı mevcut. Yardım yapabileceğiniz bazı dernekleri sıralı olarak görebilirsiniz. Veya bunlar dışında, münferit yardım bekleyen, güvenilir kişilerin paylaştığı ihtiyaç sahiplerini takip edebilirsiniz.

https://albaraz.com/2017/07/05/evlat/

 

6- Film, belgesel, dizi ve tiyatro kayıtları izleyip, gerçek dünyanın biraz dışına çıkın.

 

7- Hayatınızdaki (veya artık hayatta olmayan) kişilerden birini seçin ve ona hitaben mektup yazın. Saçma mı geldi? Yazdıktan sonra yaşadığınız ruh karmaşası esnasında bunu bir kez daha düşünün. Sansürlemeden yazın.  Senelerdir içinizde tuttuğunuz bir duyguyu detaylıca anlatın. Kardeşinizle ilgili kendinize bile itiraf edemediğiniz hisleri, annenize haykırmak istediklerinizi, çocuğunuza duyduğunuz kocaman sevgiyi ve ona öğretmek istediklerinizi, can yakan aşkınızdan haberdar bile olmayan kişiye duyduğunuz korkunç özlemi veya sizi anlıyormuş gibi hissettiğiniz yazara olan empatinizi yazın.

Kimse okumayacak. Kimse bilmeyecek. Tüm çıplaklığıyla yazmaya cesaret edebilirseniz, keyifli oyun. Sonunda ağlasanız bile.

 

Bu salgın günleri geçecek, her şey düzelecek” gibi cümleler kuramıyorum ben. Salgın tek derdimiz değil ki bu gezegende. Sonrasında da sıkıntılarımız olacak, bazen çok güleceğiz, bazen öleceğiz, ama onlar da geçecek. Toplam insan sayısı kadar hüzün ve mutluluk olmaya devam edecek. Korona pandemisini yaşayan insanların hiçbiri 120 yıl sonra toprak üzerinde olmayacak, her şey unutulacak.

İşte o yüzden yazdım bu yazıyı.

120 yıl sonra herkes gittiğinde, birileri beni bulsun ve “anlasın” diye.

 

 

18 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler, Gündem, içimden geldiği gibi

Yeni Sene Temennileri

Yaklaşık 10 yıl önce yazdığım yeni yıl dileklerimi okuyunca bir tuhaf oldum. Listenin çoğunun aynı kalmış olmasına sevinmeli miyim, üzülmeli miyim bilemedim.

Bu sene kolaya kaçıyorum ve 2010 yılını bitirirken yazdığım temennilerimi kopyalıyorum.

 

“(…)

7 yaş çocuk naifliğindeki listemi şu anda oluşturmakta ve burada ifşa etmekte sakınca görmüyorum:)

*Ailemde, eşimde-dostumda ve bende herhangi bir sağlık sorunu olmaksızın, çok dinamik, enerjik bir hayat

*İç huzurun tavan yaptığı, insan ilişkilerinde mutluluğun doruğa ulaştığı bir sene

*Stresten uzak, kahkahası bol, neşeli ve huzurlu bir iş hayatı (bkz. Ütopya)

*Yanında olmaktan keyif aldığım canlılarla uzun sohbetler, gülmekten ağzımın ağrıdığı zaman dilimleri

*Kimseye kırılmadan, gücenmeden; bittabi kimsenin de kalbini kırmadığım, gül gibi geçinip gittiğimiz bir yıl

*Duyarlılıktan vazgeçmeyen, dünyada başkalarının da yaşadığının ve özgürlüğün başkalarının hakkına tecavüz olmadığının idrak edildiği, benim de aklımın köşesinden hiç ayırmadığım bir mantalite

*Etrafımdaki –hatta dünya üzerindeki- insani duygularını kaybetmemiş, canavara dönüşmemiş, “aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanlarda artış

*Ülkede yaşanan saçmalıkların sayısında yaşanan azalma ile şaşırılan, şok olunan günler

*Buraya yazamayacağım bir madde daha”


2020’den not: Ülkede yaşanan saçmalıklar azalmak şöyle dursun, katlanarak arttı.

Bir 10 sene daha görür müyüm, görsem de burada tekrar liste yapar mıyım bilmiyorum. Lakin o zaman da “7 yaş naifliğini” koruyabilmiş olmayı çok isterim.

Bolca kahkaha attığımız ve sevindiğimiz, sağlıklı bir sene olsun; simetrisini sevdiğim 2020.

Mutlu Yıllar.

 

4 Yorum

Filed under Gündem, içimden geldiği gibi

Utanç

11 emniyet mensubunun şehit edildiği, 74 kişinin de yaralandığı haberiyle başladık güne… Gazeteden okuyoruz, “of bu kadar kişi ölmüş, şu kadar da yaralı var” deyip, sayısal verilerle doğru orantılı olarak ahlanıp vahlanma miktarımızı arttırıyoruz. Oysa ne fark eder ki..Parmağın kesilse acıdan bağırıyorsun, ayağını çarpsan ortalığı inletiyorsun. Orada birileri kan revan içinde kalıyor, yere düşüyor, kalbi duruyor..Ölüyor. Hani saçma sapan olaylara üzülünce “ölüm yok ya ucunda” deriz ya..Orada var işte, hem de öyle böyle değil. Cehennem gibi.

Eskiden şehit haberleri geldiğinde ortalık birbirine girerdi, hele böyle yüksek sayıda vefat ve yaralanma varsa. Fakat sonra ne oldu bilmiyorum, sanki yavaş yavaş acı ve yas eşiğimiz göğe yükseldi. Terör, bomba, çatışma ve ‘savaş’ haberleri alt yazı ile verilir oldu.

Keyifli anıları, gezdiğim-gördüğüm yerleri yazmak isteğiyle yola çıkmıştım bu blogu hazırlarken..Ama artık utanıyorum… Sürekli birileri öldürülürken, ülkenin üzerinde aklımın bile almadığı oyunlar dönerken tutup da en son izlediğim filmin beni ne derece etkilediğini ya da geçen hafta gittiğimiz meyhanedeki mezeleri anlatmam mümkün değil.  En fenası da, haberleri okuduktan veya izledikten sonra, günlük işlerime devam edebiliyor, gülebiliyor olmam…

Evet dünya böyle, insanoğlu unutmasa yaşayamaz, ateş düştüğü yeri yakar; biliyorum. Ama ben bu dünyanın faniliğine ve acımasızlığına bir türlü tam alışamıyorum.

 

Fenalıkların ilki ve en büyüğü,haksızlıkların cezasız kalmasıdır.

Eflatun

 

Belki de bu Dünya, başka bir gezegenin cehennemidir.

Aldous Huxley

 

Şunu her zaman görmeye çalış; tüm pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya, yine de insanoğlunun biricik ve güzel evidir.

A. Claudius

 

Yorum bırakın

Filed under Gündem, içimden geldiği gibi

Bunalım

Gün geçtikçe daha da zorlaşmaya başladı benim için buraya yazı yazmak…Daha önce de birçok kez hissettiğim gibi; yine nasıl bir ülkede yaşadığımızı, dünyanın her yerinin nasıl bu kadar kaos dolu, ürkütücü bir hal aldığını sorguluyorum günlerdir.

O korkunç gece ve takip eden günlerde öyle bir karamsarlık çöktü ki içime, Fuzuli’nin dediği gibi, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”…Günlerdir neler olup bittiğini anlamaya, öğrenmeye çalışıyorum, ama sanırım ne kadar okusak da, izlesek de algılayabildiğimiz kısım, olan bitenin belki de sadece onda biri. Kanımı donduran görüntüleri gözümün önünden atmam mümkün değil.
Onca kişi hayatından oldu, yaralandı, bombalar patladı, savaş uçaklarının korkunç sesi kulaklarımızdan silinmedi ve ‘ülke elden gidiyor mu’ korkusu ile saatler, günler geçti.

Evet, bu ülke yakın ve uzak tarihinde onlarca badire atlattı, her seferinde silkelendi, ayağa kalktı. Ama bu kadar vahşiliğe, gözü dönmüşlüğe şahit olmuş muyduk, bilmiyorum.

Her yazımda, konuşmamda tekrara düşmüş oluyorum bunu söyleyerek; ama bizi nasıl günlerin beklediğini gerçekten hiç kestiremiyorum. Belki de en dibe vurduk ve önümüzdeki günler biraz daha aydınlık, temiz olacak. Böyle düşünmek ve buna inanmak istiyorum.

Bir gün her şeyin daha iyi olacağını düşünmek, umudumuz;
Bugün her şeyin iyi olduğunu düşünmek, yanılgımızdır…
Voltaire

2 Yorum

Filed under Gündem

Çukur

Şehit, tecavüz, terör, cinayet, siyaset (!)… Memleketin düştüğü durumu anlatmak için bu sözcükler yeterli sanırım. Her gün güzel insanlar ölüyor, birilerinin içi yanıyor, 3 yaşındaki bebek tecavüze uğradığı için ölebiliyor. Bir kız çocuğu, babasının tecavüzü sonucu hamile kalıyor. Yazacak, söyleyecek sözler çoktan bitmişti zaten.  Sadece içimi dökmek için yazıyorum ..Bu kadar pislik nerede yetişiyor, nasıl bu kadar kötü olunuyor ? Düşünüyorum düşünüyorum, bulamıyorum.

Ben isterdim ki, gittiğim, gördüğüm yerleri yazayım huzurla..Mesela o çok beğendiğim meyhaneden bahsedeyim,  yediğimizi, içtiğimizi anlatayım, ağladığım filmlerden, hislendiğim şarkılardan dem vurayım. Ama yok, içim buz gibi.

 

Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar.

Albert Einstein

Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden.

Albert Einstein

Yorum bırakın

Filed under Gündem, içimden geldiği gibi