Monthly Archives: Ekim 2009

Tembelliğin dayanılmaz hafifliği

Hiçbir şey yapmamayı özlemişim..Uzun zamandan sonra ilk kez bir yere yetişmek kaygısıyla zamanı kollamadım, telefonumdan 3 saatte bir fırlayan gereksiz ‘hatırlatmalar’a maruz kalmadım ve trafikte 2 saat saplanmadım..

Saatlerce gazete-çay yetmedi; yarım kalan kitabıma gömüldüm..İyot fakiri bünyeme kıyak yapıp sahilde yürüyüşe çıktım; deniz kokusunu bol bol içime çektim, oltalarını geriye ok gibi savuran balıkçıların iğnesine takılma pahasına denizin tam dibinden yürüyerek, kıyıya vuran kocaman deniz analarını izledim..

sahil

Tam bu sırada; deniz kenarına şahane ve bir o kadar da iptidai; ufacık tefecik rakı masası kurmuş olan Aydın Boysanvari amcalara doğru ‘işte huzurun resmi budur‘ diyerek yanaştım ve sağ elimdeki telefonu kaldırıp dedim ki : ‘Fotoğrafınızı çekebilir miyim ?’

Bu naif teklifimin sebebi fotoğrafı buraya koymak ve hakkında bir iki kelam etmekti.. Yanılmışım. Amcalardan biri; o tonton ve ‘rakı masasında bilgece tatlı tatlı anılar anlatan güngörmüş ihtiyar’ düsturundan uzaklaşıp parmağını bana doğru salladı ve “Hayır, Hayır çekmeyin” diye bağırdı.. Gülsem mi bozulsam mı bilemediğimden ikisini de yapamadım ve sadece şaşırdım..

Çekiyorsunuz resimleri ondan sonra televizyonda izliyoruz görüntüleri” diye söylenmeye devam ederken; yanındaki nispeten biraz daha genç ve sakin olan “Yanlış anlamayın sizle ilgisi yok” dedi.. Elimdeki telefonu gösterip “Bununla mı televizyona göndereceğim resminizi” diyebildim sadece ve ‘öyle olsun’ der gibi bir jestle yanlarından uzaklaştım..

Hani filmlerde başrolün kafası bir şeylere kızdığında; hayatın yükünden bunaldığında gittiği ve dertleştiği balıkçılar olur ya; rakıları koyup sandalların-ağların arasında inceden müzik eşliğinde meşk ederler..İşte öyle bir görüntü hayal edin:)

Arada sırada –canınız sıkkın olsun olmasın- sadece temiz hava almak için deniz kenarına inip yürüyün, insanın beyni açılıyor.

[ Sanki yüzyılın keşfi gibi yazdığıma bakmayın; herkesin bunun nasıl rahatlatıcı bir metod olduğunu bildiğine eminim.. Ben uzun zamandır yapmamıştım, belki aranızda benim gibiler vardır diye verdim o tavsiyeyi:)  ]

6 Yorum

Filed under Gündem Dışı

FilmEkimi ve Che

Genelde istediğim filmlere yer ve zaman bulamasam da; imkanlar elverdiğince her sene film festivalinde en azından bir film izlemeye çabalıyorum.. Bu sefer de öyle yaptım ve İKSV’nin bu yıl 8. kez düzenlediği Filmekimi kapsamında yer+zaman bulabildiğim ilk film olan Che 1 : Arjantin’i film festivallerinin göz bebeği Beyoğlu Emek Sineması’nda seyreyledim..

Ernesto Che Guevara rolündeki Benicio Del Toro’nun 2008 Cannes En İyi Erkek Oyuncu ve  2008 Goya En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kaptığı ve yönetmeninin Steven Soderbergh olduğu film; 1956 yılından başlayıp; devrimin başarı kazanmasına kadar devam ediyor.. Olayların gerisi  Che 2 : Gerilla filminde anlatılıyor.

che1

Filmi en önden izlememe; boynumun kopmasına ve bazı yerlerde altyazıyı göremeyip takip sorunu yaşamama rağmen; 2 saati aşan sürede filmden uzaklaşmadım..

Film eleştirmeni değilim ; ama temponun düştüğü ve ‘gereksiz uzatılmış’ bulduğum yerler oldu,  o sahneler de devamlılık ve detaylar için gerekliydi muhtemelen..

cuba

 Belki devam niteliğindeki 2. filmi (Che 2 : Gerilla) izleyebilseydim konunun bütünüyle ilgili daha net yorum yapabilirdim, çünkü 1. kısımda sadece olayların tırmanışını ve devrimin kabul görüş zamanlarını anlatan kısım vardı.. [ Bu arada 130 dakika o rahatsız ‘en ön koltuğunda’ ara vermeden ve başım çatlayarak filmi  seyrettikten sonra; 2. filme bilet almamış olduğum için pek üzülmedim:) ]

Ben Stephen Frears’ın “Aşkım” filmini (Michelle Pfeiffer başrolde), Woody Allen’in “Kim Kiminle Nerede”sini ve yine Steven Soderbergh’in “İspiyoncu” filmini merak ettim.. Bunları yakında vizyonda görürüz tahminimce..

.. İyi seyirler ..

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

İzmir’in Dağları, Manisa Köftesi ve Adana Mutfağı

İş seyahati çok sık başıma gelen bir durum değil..Geçen hafta bu nadir hallerden biri gerçekleşti ve 3 günümü İzmir’de geçirdim..Yanımızdaki misafire Türk mutfağını tanıtacağız ya; İzmir sahillerinde balıkla başladık; Manisa’da kağıtta karışık ızgara ile devam ettik; İstanbul’da güney mutfağıyla son noktayı koyduk..” Koskoca 3 günden aklında tek kalan bu mu” diyebilirsiniz..Emin olun yemek sefaları dışındaki kısım hiç ilgi çekici veya iç açıcı değil.. Yaşım kemale erdiğinde ‘müşterilerle ilişkiler, iş hayatının açmazları ve enteresan fabrikalar’ konulu bir blog açarsam; orada bol bol anlatırım:)

 İzmir-Ali OsmanBurası İzmir- İnciraltı mevkiindeki Ali Osman’ın Yeri.. Balık gelince resim çekmeyi unutmuşum, o yüzden sadece mezeler var:)  Sanırım İstanbul’da denize nazır, salaş bir lokantada, taze, ucuz ve lezzetli balık bulmak daha zor..Bilen varsa paylaşsın:)

 

 

 

Manisa--Köfte

Burası da Manisa, Köfteci Ali..Şahane bir karışık ızgara geliyor önümüze; köfte, pirzola,şiş ve ayrı tabakta kokoreç..Ayran da bakraçta..Klişe tabiriyle “Manisa’ya yolu düşenler uğrasın” demekten başka çare yok:) Tabak-çanak trafiğine çözüm kağıtta servis..Masa örtüsü de kat kat kağıt..Çok pratik ama yine de yerken “bir dükkan için ne kadar ağaç gidiyor” diye düşündüm..Bulaşık yıkarken harcanan su ve kimyasalın doğaya etkisiyle kıyaslamak lazım..Bilemedim.

Kebap--Kolcuoğlu

Bu resmen çılgınlık..Adana’nın meşhur Kolcuoğlu Kebapçısı’nın Küçükyalı şubesinde masalarda metrelerce yatan kebapları görünce insanın neşesi yerine geliyor 🙂  ‘Yeme de yanında yat’ lafı da buraya cuk oturuyor..

[ Belki her hafta iş seyahatine gidenler için çok sıkıcı bir eylemdir, bilmiyorum ; ama benim için ilginç bir deneyimdi.. Canımı sıkan şeylerden 3 günlüğüne de olsa uzaklaşmak ya da sadece değişiklik.. Her neyse; iyi geldi..Bu da böyle alakasız bir dip not olsun:) ]

1 Yorum

Filed under Enteresan Deneyimler

Hayata Dair

Başlığı karizmatik görünsün diye atmadım..Hafta başından beri ortalarda değildim; rutinimin azıcık dışında işlerim vardı..Günler sonra bilgisayarımın karşısına geçince içimden –muhtemelen bazılarınızın nicedir bildiği ve belki geyik olarak nitelendirdiği– bu yazıyı yayınlamak geldi.. Köşe yazarlarının sıkışınca başkalarından alıntı yapmaları ya da eski yazılarını tekrar koymaları gibi görünse de; aslında değil..Sanırım buna melankoli deniyor:)

Hayat skor tabelası tutmak değildir

Kaç arkadaşınız olduğu ya da kaçının sizi arkadaş olarak kabul ettiği değildir.

Bu hafta sonu için planlarınızın olması değildir

Hafta sonu yalnız olmanız da değildir

Şu sıralar sevgiliniz olması değildir

Geçmişte sevgiliniz olması değildir, geçmişte kaç sevgiliniz olduğu değildir

Bugüne kadar hiç sevgilinizin olmaması da değildir

Sizi kimin öptüğü değildir

Aileniz ya da onların serveti değildir.. Hangi okula gittiğiniz de değildir

Ne kadar güzel ya da ne kadar çirkin olduğunuz değildir.. Giydikleriniz, ayakkabılarınız değildir

Ne çeşit müzik dinlediğiniz değildir

Okul notlarınız değildir.. Herkesin size verdiği akıl notu hiç değildir

Hayat standart testlerin belirlediği kişiliğiniz de değildir

Hayat bir kağıda dökülmüş hayat hikayeniz ve bu hayat hikayesini kimin kabul ettiği değildir

Ama Hayat;

Kimi sevdiğiniz, kimi incittiğinizdir

Kimi mutlu, kimi mutsuz ettiğinizdir

Sizin onları koruyabilmeniz ya da mahvedebilmenizdir

Dostluklarınızdır

Neyi söylediğiniz ve neyi kastettiğinizdir

Hangi önemli hüküm ve kararı verdiğiniz ve de niçin verdiğinizdir

İçinizde sevgiyi taşımak, büyümek ve dağıtmaktır

Ama en önemlisi; yalnız başına asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir şeyi yapmak, hayatınızı başka insanların kalbine dokundurabilmektir

Başkalarının kalplerini etkileyecek yolu ancak siz seçersiniz

Ve hayat bu seçimlerdir zaten

Hayat silgi kullanmadan resmi çizme sanatıdır

Ve insanlar böyle büyürler

Unutmayın.. Yaşama kendimizden ne katarsak; yaşamdan da onu alırız

 

 

 

 

Yorum bırakın

Filed under içimden geldiği gibi

Çocuk yaparım, peki kariyer ?

Dilimize pelesenk ettiğimiz ‘kariyer’ kelimesini birkaç aydır ne zaman duysam; el sıkışan takım elbiseli  adamlar, siyah kalem etek-beyaz fırfır yaka gömlek giymiş zarif, inci küpeli hatunlar ve birtakım garip maliyet grafikleri gözümün önüne gelmeye başladı ve ben ‘acaba bu hayatta beni ne mutlu edecek’ , ‘eğitimini aldığım mesleği mi yapmalıyım’  gibi derin düşüncelerin arasına daldım, çıkamadım ..

Kariyer kelimesi; Latince “carrera” dan gelmekte olup; yarış, koşu, at yarışı, mücâdele, akıntı, ömür, hızlı çalışmak gibi anlamlara gelmekteymiş. Günümüzde istediğin okulu kazanmak, üniversiteye girmek, mezun olduktan sonra tatmin edici bir işe kapağı atmak ve hatta kapağı attığın işte kalıcı olmak gibi eylemlerin zorluğunu düşününce, ‘kariyer’ kelimesinin anlamlarına şaşmamak lazım..

kariyer-

 Son zamanlarda değişik bir ruh haline girdim..Önümüzdeki 5 seneyi planlamış kararlı bazı arkadaşlarımı gördükçe, kendimi iyice nehrin akıntısına bıraktım ve ‘olacakları seyredelim bakalım’ der oldum..

 

Kurslar, sertifika programları, yabancı dil eğitimleri, atölye çalışmaları (nam-ı diğer ‘workshop’), seminerler, mülakatlar, özgeçmişler..Okuması bile insanı yorarken; bu terimleri tek tek hayatımızda baş köşeye koyup; farkına varmadan -ya da bilinçli olarak- bol kaoslu koşturmacaya kendimizi atıyoruz..

Dün şirketten çıktım ve tam 2 saat 50 dakika sonra eve yuvarlanarak girdiğimde pelte gibiydim. Böyle bir ekonomik çağda işimin olması ve üstüne üstlük mesleğimle alakalı bir görevimin olması tabi ki beni mutlu ediyor.. Kafamı kurcalayanlar başka..

10 sene sonra kendimi uluslararası bol kazançlı ‘dev’ bir şirkette ” Senior Product Manager * ya da “Yönetim Planlama Müdürü” titri altında görmek ve 35 yaşında çocuk sahibi olup ; ikiye hatta üçe bölündüğüm; şahane kariyerli bir hayat mı?

Yoksa hem maddi hem de manevi anlamda daha az tatmin edici, belki mesleğimle ilgisiz ama daha çok sevdiğim, sabah beni yatağımdan hevesle kaldıran, (var mı böyle bir ihtimal🙂 )  ve  aile+özel yaşamıma vakit ayırmama izin verecek bir iş hayatı mı?

kariyer (!)

Popoda duran yazı : Kariyer yapmak için daha iyi yollar vardır

* Kıdemli Ürün Müdürü

 

9 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi

Asmalımescit’e bir gecede kaç kişi sığabilir ?

Beyoğlu’nu nasıl bilirsiniz? Her daim kalabalık, gece hayatı özellikle hafta sonları güneş doğana kadar süren, farklı eğlence tarzlarını benimsemiş yüzlerce insanı aynı sokaklara doluşturan şehir merkezi..Aynı zamanda tiyatro,sinema,konser,sergi,festival gibi bir dolu şahane aktivitenin baş ev sahibi..

Son 3-4 senedir uğrama periyodum ayda bire düşmüş olsa da; ben de İstanbul’da yaşayan çoğu kanı kaynayan ergen gibi; gençliğin ateşini birçok kez orada söndürdüm (ya da yaktım:) ), arkadaşlarımla buluştum,tiyatroya gittim,Nevizade’de sarhoş oldum,dans ettim,konser izledim..Papyonla Beyoğlu’na inilen dönemlere değilse de; oranın pekçok haline şahit oldum..

---

Ama dün gece hakikaten şaşırdım..Son 4-5 yılda farklı türde onlarca mekanların peydahlandığı Asmalımescit sokaklarının yaz akşamlarında; ‘stadyum çıkışı kalabalığı’nı aratmamasına alışmıştık.. Yazarların, şairlerin uğrak yerleri Refik, Yakup gibi köklü meyhanelerin yanıbaşlarına açılan Otto, Lokal, Leblon, KafePi, Babylon Lounge, Groove, Faces, Pulp, Flamm gibi onlarca mekanın; yemek-içki-dans ve eğlencenin ilk akla gelen adresleri olmasıyla birlikte; bırakın bir yerde soluklanmayı; sokakta yürümek bile imkansız hale geldi..  (Dün sokakta yaya trafiği resmen durunca önce ‘deli miyiz biz’ dedim; sonra o daracık  sokağın iki yanında yemek yemeğe çalışanlara bakıp ‘deli mi bunlar’ diye düşündüm..Kimbilir tabaklarının içine neler düşüyor, resmen masayı iterek ve sürtünerek geçtik çünkü) Yanımdaki arkadaşlarımla güle oynaya neredeyse 7-8 dk’da bir sokaktan diğerine geçe geçe dolandık..  

insan seliBu resim dün gece 23:00 sularında Tünel meydanındaki Lokal ile KafePi’nin arasında çekildi ..Olay şu; herkes yakınındaki mekanlardan  ya da civar tekelinden içkisini alıyor, ayakta eğlenceye devam ediyor..

Kendimi çok neşeli-kalabalık bir sokak partisinde hissettim.

Haftanın stresinden kurtulduktan sonra Babylon’da Jazzanova adlı Alman grubun latin-jazz konserini izleyelim diyoruz; ama ne mümkün, kesinlikle bilet yok diyor kapıdakiler.. (2 arkadaşımız biletleri önceden alma akıllılığı gösterdiklerinden onlar kapağı atıyorlar.) Gişenin kapısında insanlar biletli arkadaşlarımıza ‘Ne olur bileti verin,1.5 saattir bekliyoruz’ diye yalvar-yakar olunca herhalde çok büyük bir konseri kaçırıyoruz diye dönsek de; 1 saat sonra aslında DJ’in gelmediğini ve konserin çok vasat geçtiğini öğreniyoruz..

asmalı sokakları

Bahsettiğim hınca hınç sokaklardan biri.. Tabi bu kadar kalabalık ve içkinin bir araya gelmesi neticesinde; sokakta durduğumuz kısa sürede biri şişe kırmacalı olmak üzere 2 kavga görüyoruz..

Bu arada değinmeden geçmeyeyim; sigara yasağının da sokakların dolup taşmasında büyük etkisi var..

 

 

Takip ettiğim kadarıyla yaş grubu genellikle 18-40 aralığındaydı ve kalabalığın  %4-5 kadarı yabancı turistti.. ( ‘Bu sayısal bilgilere nasıl vardın’ derseniz öngörü ve gözlem diyeceğim:) )

Sözün özü; Asmalımescit yıllardır Nevizade’nin tacını çalmış durumda.. Her hafta sonu değil de; arada bir kalabalığa karışmak, arkadaşlarla sohbet etmek, şirin/şık/rahat bir yerde yemek-içmek ve kafayı boşaltmak için birebir..

3 Yorum

Filed under Asmalımescit-Beyoğlu