Monthly Archives: Şubat 2010

Ne yapıyorum ben?

İnsanın hayatında değişik, terelelli, yenilikçi dönemleri oluyor ve ben galiba o zaman dilimlerinden birindeyim.. Geçen yaz sadece oyunculuk aleminde bir deneyimim olsun diye katıldığım ilk Türk zombi filmi olan ‘ADA‘ filminin setindeki maceralarımı (bkz.) yazmış, eşten dosttan “çok iyi yapmışsın, bir daha böyle bir tecrübeyi zor bulursun” benzeri destekler almıştım.. 

Zaten serde “yaptığımız rutin işlerden zaman zaman daralma/yenilik arama” var; ben de dedim ki; Ahmet ile Emre’yi fiştekleyeyim ve bu kulvarda ilerleyelim 🙂

Meğerse canlarım benden bir işaret beklermiş; onlarca yapılacak işin arasında dilimiz dışarıda Kadıköy’de buluştuk ve aile dostumuzun çalıştığı oyunculuk ‘cast’ ajansına kendimizi dar attık 🙂

Heyecanla kapıdan girip; biz karşılayan hatuna derdimizi anlattık.. Halihazırda çalıştığımızdan, oyunculuk eğitimi almadığımızdan, sadece rutin iş hayatlarımızı renklendirmek için bu yola başkoyduğumuzdan bahsettik ve resimleri bilgisayara kaydettik..

Ajansa bağlı çalışanların tahmini % 98’i profesyonel olarak oyunculuk yaptığından pek şansımız yok gibi gözükse de, yılmayacağız ve Ahmet & Emre’nin bir arkadaşlarının çalıştığı reklam ajansına da (biraz daha amatör ruhlu) kaydolup işimizi sağlama alacağız..

Peki bütün bunların sonunda ne olacak? Henüz bilmiyorum ama olur da bir yerlere çağrılırsak; sadece her zaman yaptığımdan farklı bir şeylerle uğraşmanın keyfini çıkarmaya çalışacağım gibi geliyor…Set deneyimlerimi -tabii eğer olursa- buradan uzuuun uzun paylaşacağım … İyi Seyirler 😉

                                                   

Yorum bırakın

Filed under Enteresan Deneyimler, içimden geldiği gibi

Sama Wozu !

En son kaç yaşındayken bir animasyon filminde gözlerim doldu ya da hangi animasyon ekrandaki karakterlerin çizgi değil de gerçekten oyuncu olduğu hissini yarattı bende; hatırlamıyorum..

Anime karakterlere ayrıca bir  ilgim olmadığından; İstanbul Film Festival’inde gösterilen Yaz Savaşları‘na bilet almak aklıma gelmemişti..İki ayağımın aynı pabuçta olduğu bir vakitte arkadaşımın arayıp “Cumartesi öğlen için sana da bilet alıyorum” demesiyle Japon yapımı “Sama Wozu” filmini arşivimize katıverdik..

Masal bu ya; evrenin gelecek dönemlerinden birinde; tüm dünya vatandaşları “Oz” adında bir sanal alemde fink atarlarmış..Alışveriş, borsa, sohbet, evlilik, yemek, dans, spor.. Herkesin kendine has bir kimlikle (avatar tabir ediliyor, malum) akla gelen her aktiviteyi yürütebildiği çılgın bir platform..

Vaziyet böyleyken, Japonya’da yaşayan Natsuki adlı kızcağız; Oz sisteminin programcılarından liseli Kenji’ye ” kendisiyle birlikte ailesinin yanına gelmesini, 90. yaşını kutlamayı bekleyen ninesine karşı sevgilisiymiş gibi rol yapmasını” teklif eder ve Kenji kendini  27 kişilik devasa bir ailenin içinde bulur…

Bir gece acaip bir olay olur; liseli deha Kenji’nin cep telefonuna analitik bir soru düşer, o da dayanamaz harıl harıl cevabı bulmaya çalışır ve soruyu çözmesiyle birlikte farkında olmadan Oz sistemini çökerterek bir göktaşının yeryüzüne doğru alev alev hareketlenmesine sebep olur..

Bütün bunların televizyon aracılığıyla dünyaya duyrulmasıyla Kenji herkese afişe olur ve aile insanları kurtarmak, tüm dünyanın kullandığı sistemin çökmesiyle oluşan kaosu önlemek için seferber olur..

Film sırasında klasik bir kalabalık Türk ailesini izler gibi oldum bazen; ortada koşturan çocuklar, ailenin direği yaşlı nine, fırlama dayı/amca, asi ama idealleri olan genç, uzun masa sohbetleri, oynanan oyunlar, hamarat halde mutfakta uğraşan anneler..

Ekibi ayrıca tebrik etmek lazım; kurgu, görüntüler, çizimler, diyaloglar; hepsi ince düşünülmüş ve etkileyiciydi.. Emeği geçenler hakkında daha detaylı bilgi isteyenler buraya bakabilir..

.. İzleyin, pişman olmayacaksınız .. otanoshimini !   🙂

Not : Filmi izlerken; çocukluğumda bir dönem çılgınlık boyutuna ulaşan Tamagotchi adlı manyak oyuncak geldi aklıma.. Muhtemelen hatırlıyorsunuzdur acıkınca beslediğimiz, uyuttuğumuz, gözümüz gibi baktığımız ve hatta ölünce üzüntüden tepindiğimiz bu aleti.. Deliymişiz galiba hafiften:)

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Adıyla Müsemma..Romantik Komedi..

Hani bazen olur ya; insan kendini “buna hayatta gitmem” diye bir kenara iteklediği filmin gösterildiği salonda buluverir kendini..İşte bana da aynen öyle oldu:)

Aylardan Şubat; günlerden 14’ü, malum eş-dost sevgilisi ile kırmızılar arasında mum ışığı seansında, ben de dedim ki “Sevgililer Günü” adlı, romantizmi paçalarından akan ve kallavi oyuncuları barındıran filmi izleyip eğleneyim.. Fakat yer bulmak ne mümkün ! Meğerse çiftler mumları söndürüp salonlara akın etmiş:)

Bir kere film seyretmeyi aklımıza koyduğumuz için; o anda uygun seansı olan diğer bir filme; Romantik Komedi’ye girelim dedik ve -bence- gayet doğru bir karar vermiş olduk..

Yönetmeni Ketche; oyuncuları Sinem Kobal, Engin Altan Düzyatan, Sedef Avcı, Cemal Hünal, Gürgen Öz, Begüm Kütük ve Burcu Kara olan seyirlikte güldüm, kafamı dağıttım, eğlendim, hatta bazı yerlerde sorguladım; bolca hoş adam & hatun seyreyledim ..

Filmdeki olaylar 3 yakın kız ve yine 3 yakın erkek arkadaşın ekseninde dönüyor; çapkın, romantik, deli-dolu, akıllı-uslu, ‘ıssız’, mantıklı, seks manyağı.. Hangi karakteri ararsanız mevcut..

Her romantik-komedi türü filmin ardından “bu filmler kafa dağıtmak için, sanatsal bir şey beklemeyelim”  klişesi yapıldığından, ben burada yazmayacağım..Ama filme vereceğiniz tepki; izlediğiniz andaki psikolojinize çok bağlı oluyor bence ..

Ben o gün tam da böyle; sabun köpüklü, hareketli, müzikli-danslı bir film seyretmek istiyordum, zaten bir karış havada olan aklım filmden çıkınca iyice yükseldi, benle her daim aynı kafada olan, pek sevdiğim arkadaşımı aradım ve çok enerjik olduğumu belirterek gezme-tozmaya çağırdım..

Yani filmin bende coşturma-beyin rahatlatma arası bir etkisi oldu nedense..Ayrıca görüntü yönetmeni James Gucciardo adlı şahsı kutlamak gerekiyor galiba, mekanlar, renkler ve objeler pek başarılıydı…Bu arada dip not; gay rolündeki Kubilay Penbeklioğlu’nun ve yılışık seksomanyak tiplemesiyle Gürgen Öz’ün yarattığı karakterler de filmin renkli komedi unsurlarıydı.. 

Uzun lafın kısası; sanat camiasında çok da önyargılı olmamak lazım, ‘hayatta izlenmez’ dediğiniz film/oyun/konser sizi beklemediğiniz yerden yakalayabilir, etkileyebilir.. Ya da –bu filmde olduğu gibi– sadece eğlendirebilir, güldürebilir, güldürürken hiçbir şey düşündürmeyebilir:)

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Sevgilim, 14 Şubat’ta ne yapıyoruz?

Kaba bir kategorizasyonla diyebiliriz ki; insanoğlu 2’ye ayrılır; Sevgililer Günü’nü romantizmin doruklarına çıkarak şenlik havasında geçirenler ve bu gruba sinir olan muhalifler..

Çok keskin hatlarla belirleyemesem de; ben ilk gruba yakın olduğumu söyleyebilirim..Yılbaşını, anneler/babalar gününü, bayramları, doğum günlerini, vedaları da önemserim, ruhum elverdiğince o güne uygun bir tavra bürünürüm:)

14 Şubat’a karşı olanların çoğu bugünün ticarete döküldüğünü savunur ve “sevgilimi bir gün değil her gün hatırlarım” düsturuyla ilerlemeyi tercih ederler..

Günlük koşturmaca içinde sevgilisine/eşine aynı özeni gösterip de özel bir şeyler yapan varsa tenzih ederim, ama genelde kazın ayağı öyle olmuyor..

Ben bu tip günlerin bir bahane olduğunu düşünüyorum ve bahsettiğim koşturmaca yüzünden aksattıklarımızı, örneğin uzuuun sohbetli bir yemeği, üzerine kafa patlattığım bir hediyeyi bugünü bahane ederek hayata geçirmekte bir sakınca görmüyorum..  

Özel günler haricinde yapılan ufak tefek sürprizlerin çok daha etkili ve beklenmedik olacağı kesin; ama ben bile –şaşırtarak sevindiren organizasyonları pek severek yapmama rağmen– işe güce dalıyorum ve haliyle her gün aynı motivasyonda olamıyorum.

Klişeleşmiş romantizm sembollerinden çoğumuza gına gelmiştir muhtemelen; mum ışığı, çikolata, kırmızı kalp tutan tombul ayı ve şampanya.. Enteresan hediyeler ve sürprizler için bir dolu alternatif var; bulamamış olanlar ve ilginç hediye diye kıvrananlar için bir tane de benden gelsin:)

Şu adrese bir göz atın, eğer daha önce fotoğraf içerikli bir hediye vermediyseniz, makbule geçebilir..Bir diğer alternatif de burada

Umarım büyüyünce “Amaaaan ne yılbaşısı/sevgililer günü/doğum günü, kaç yaşına geldik canım” diyen birine dönüşmem:)

Yorum bırakın

Filed under içimden geldiği gibi

..İyi Günde Kötü Günde..

Dünyanın en zor kurumu olan evliliği; Ali Poyrazoğlu ve Nilgün Belgün’ün şahane oyunculuklarıyla seyreyledim nihayet..Oyun tam da beklediğim gibi hareketli, komik , yer yer duygusal ve yüksek tempoluydu; hani çıktığınızda enerjinizi yükselten, mutlu eden cinsten..

Önce Ali Poyrazoğlu’ndan başlamalıyım..Bu nasıl bir rahatlıktır, özgüvendir, kaşarlıktır ve dahi ustalıktır:) Asla repliklerini ezberleyip de çıkmış bir oyuncu gibi değil; sanki o anda kafasından geçenleri yerden biraz yüksekçe bir platformda dillendiriyor gibi..

Karşılıklı döktürüyorlar, kahkahalarla gülüyorum ve Ali Poyrazoğlu 30 saniye içinde loş ışığın altında ağlatıyor beni.. [gerçi referans alınmamam lazım bu konuda; duygu yoğunluğu nispeten yüksek bir insanım:)]

Nilgün Belgün sahnede 18’lik çıtıra dönüşüyor resmen, oradan oraya koşturuyor, cıvıldıyor, şahane oyun çıkartıyor ve insanın içini açıyor..

Sanki 20 yıldır bu oyunu birlikte oynuyorlarmışçasına rahatlar, yağ gibi kayıyorlar sahnede..

Bazen oyuncular ne kadar şahane olursa olsun; birbirlerine uyum sağlayamıyorlarsa o iki saat işkenceye dönüyor, seyirci de oyunun içine giremiyor..Bu oyun insanı hemen kendine adapte ediyor ve saatlerin nasıl geçtiğini fark ettirmiyor..

Tiyatronun sitesi burada.. Şimdiden iyi seyirler ..

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat