Monthly Archives: Temmuz 2012

Haberler…

Aslında bu blogun yazıları genelde iç açıcı olmak üzere planlanmakta ve kurgulanmaktadır tarafımdan..Gezilen bir şehir, güzel bir tiyatro oyunu, paylaşmak istediğim bir sergi veya konser etkinliği, lezzetli bir yemek, hayata dair duygular ve benzeri hoşluklar..Ama bugün içimden başka türlü yazmak geldi..

Sizin de içiniz sıkılıyor ve böğrünüze bir taş oturuyor mu haberleri seyrederken, gazete okurken, gündemi takip ederken ?

Şiddet gören mağdurlar, haklarını aramak isterken içeri tıkılarak susturulan insanlar, şehit acıları, ekonominin çöküşü, yoksulluk sınırı, her gün işkence etseniz doymayacağınız;  ama buna rağmen ellerini kollarını sallayarak dışarıda gezen azılı katiller, sapıklar, tecavüzcüler, ihmal yüzünden vefat edenler, tersanelerde, maden ocaklarında hayatları sönenler, cinnet geçirenler, yollarda helak olanlar..

Kaç ülkede bir insan kaldırımdaki çukura düşüp yaralanabilir ya da hangi diyarda bir çocuk ambulans gecikti diye ölebilir? Hep yazılan-çizilen klişedir ama sormadan edemiyor insan; bu kadar mı değersizdir bu topraklarda insanın hayatı? Hakikaten mi pamuk ipliğine bağlıdır burada yaşam ? Adalet; sarayı/binası büyüdükçe yok olan ve sadece lafta kalan bir kavram mıdır “vefa” gibi? Kocasından gördüğü şiddet sonucu ölen kadın; ölmeden önce defalarca polisten koruma talep ettiği halde niçin ciddiye alınmaz?

Etrafımdaki insanlar  bir süredir “artık haber seyretmek istemiyorum, sinirlerim bozuluyor” diyorlar.. Zaten herkesin kendi derdi mevcut; bir de her gün daha da kötüleşen “ajansı” seyredip iyice hayata küsmek, içlerini karartmak istemiyorlar..

Hayat çok enteresan bir mecra; gerçekten bugün varsın ama yarın olup olmayacağın hiç belli değil..Geçtiğimiz günlerde bunu çok net anlamamı sağlayan, yüzümüze tokat gibi çarpan, çok üzücü bir kayıp yaşadığımızda anladım ömrün gerçekten de “üç günlük” olduğunu.. O yüzden çok fazla ince eleyip sık dokumamak ve hayatın tadını çıkarmak gerekiyor gerçekten..

Mevlana’nın etkileyici dizeleriyle noktalıyorum bu yazıyı..

Tanrı der ki;
Kimi benden çok seversen onu senden alırım…
Onsuz yaşayamam deme,
Seni onsuz da yaşatırım,
ve mevsim geçer,
Gölge veren ağaçların dalları kurur,
Sabır taşar,
Canından saydığın yar bile bir gün el olur,
Aklın şaşar,
Dostun düşmana dönüşür,
Düşman kalkar dost olur,
Öyle garip bir dünya,
Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur,
Düşmem dersin düşersin,
Şaşmam dersin şaşarsın,
En garibi de budur ya,
Öldüm der durur, yine de yaşarsın…
 
Mevlana

Yorum bırakın

Filed under içimden geldiği gibi

Aşk Sanatı – L’art D’aimer

İzlediğim son vizyon filminden bahsetmek istiyorum bu kez..Orijinal ismi L’art D’aimer olan Fransız yapımı bu romantik-komedi türü seyirlik;  bizim beyaz perdede “Aşk Sanatı” adıyla boy gösteriyor..

Karmakarışık ilişkiler, dejenere seks hayatları, eş değiştirmeler, mutsuz ruh halleri ile bezeli, hareketli bir film Aşk Sanatı.. Senaristi de, yönetmeni de aynı zamanda filmin bir oyuncusu olan Emmanuel Mouret..

İzlerken sıkılmak pek mümkün değil, çünkü farklı  ilişki hikayelerini bölüm bölüm, bir nevi skeçler halinde işleniyor..Zaman zaman bu ufak hikayelerin kahramanları mevzunun bir yerinde birleşiyor, konular bağlanıyor..

Mevzu her daim ilgi çekme potansiyeli yüksek olan aşk, karışık ilişkiler ve de seks olunca; üstelik tüm bunlar aşk filmlerine güzel bir fon oluşturan Fransızca ile birleşince, seyri keyifli bir film çıkıyor ortaya..
İlla gidilesi, izlenesi bir başyapıt değil elbette, ancak sıcak yaz gününde püfür püfür gelen; müzikleri ile içimde döne döne coşma isteği uyandıran bir ‘sabun köpüğü’ idi L’art D’aimer.. Mozart, Chopin, Brahms, Rossini, Tchaikovski gibi bestecilerin senfonileri eşliğinde, 85 dakika süren bir kafa boşaltma seansı istiyorsanız, bu filmi seyredebilirsiniz.

Yapım, senaryo ve oyuncular ile ilgili detaylı bilgi için IMDb sayfası burada..

Filmin ismi üzerine düşünürken aklıma geldi; aşkı hakkını vererek, doya doya yaşamak gerçek bir sanat; hatta zanaattir bence de.. Bu da kıssadan hisse olsun 🙂

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Sapanca’da dingin sular : İstanbuldere

Aylardır yazmadığım için süs bitkisi gibi balkondan dışarı bakıp hiçbir yere gitmediğimi düşünebilirsiniz, ama gerçek böyle değil tabi..Yoğun iş temposundan {bu klişe kalıba da sinir oluyorum:)} fırsat buldukça yeni yerler görmeye, ruhumu dinlendirmeye gayret ettim..

Sapanca’yı bilirsiniz; belki gölün etrafında yürümüş, Güral Sapanca ya da Richmond Nua Spa otellerinden birinde konaklamış ya da günübirlik turlarla gezintilere katılıp şehir içindeki ıslama köftecilerden/alabalık çiftliklerinden birinde yemek yemiş olabilirsiniz.

Peki hiç tepelerdeki köylere çıkıp, şelalelerin arasında, yeşilliklerin içinde lezzetli yemeklerin tadına vardınız mı ?

Sapanca’nın içinden yarım saat süren, oksijenle dolu, yeşilliklerin arasından huzur dolacağınız bir yol sonunda ulaşıyorsunuz İstanbuldere Köyü’ne..Burası vadinin arasında, şelalenin yamacında, nehirle bölünmüş bir doğal güzellik..İstanbuldere Alabalık Tesisi de bu köyün ve yeşilliklerin yamacında konuşlanmış, kelimenin tam manasıyla bir dinginlik cenneti..

Tesisle ilgili daha detaylı bilgi almak isterseniz buraya bakabilirsiniz.

Yolunuz Sapanca tarafına düşerse, fırsatını da bulursanız bu köye ve tesise uğrayın, ciğerlerinize havayı doldurun, dinlenin, sakinleşin ve mis gibi mezelerle kiremitte alabalıkları yiyin, yedirin.

Yorum bırakın

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?

Bilmem ilgilenir misiniz ama……..Geri Döndüm…

Tam 15 aydır yazı yazmamışım sevgili bloğuma..Neden bu haksızlığı yaptım, severek açtığım ve onlarca yazıyı heyecanla eklediğim sayfama; bilemiyorum.. O kadar çok şey değişti ki hayatımda..

En büyük değişiklik özel hayatımda…Bu pekçok insanın yaşadığı, yaşamak üzere olduğu veya yaşayacağı bir durum farkındayım..Ama insan kendi başına gelince heyecanlanıyor, ne yapacağını şaşırıyor, mutlu oluyor, hatta belki hafiften buldumcuk oluyor, kaybetmekten korkuyor, üzerine titriyor , özümsüyor, benimsiyor, nazar değmesinden çekiniyor ve illa ki kendi yaşadıklarını özel sanıyor…Hani her sınıfın kendince “Hababam Sınıfı” olması gibi:)

Diğer bir değişiklik ise iş hayatımla ilgili..Aslında artık bir “iş hayatım” yok..5 senedir, yani  yaklaşık 1825 gündür hayatımda olan şirketimden istifa ettim..Kolay olmadı tabii, aylarca süren kararsızlıklar, duygusallıklar, aidiyet duygusu, kıdem (tabiri caizse ‘kaşarlanma’) rahatlığını bırakıp gitme cesareti -ya da aptallığı mı demeliyim- , ‘iş bulmadan sakın ayrılma’ uyarıları, bunalmalar, trafikte geçen saatler, sinir bozuklukları, stres ve agresiflik.. Bütün bunlar iş yerindeki son aylarımı özetliyordu diyebilirim.. Her gün evime gider gibi rahatlıkla girip-çıktığım, her ayrıntısını ezbere bildiğim, tüm personelini çok iyi tanıdığım bir kurumdan çıkıp gitmek zor oldu..Üstelik maddi tüm haklarımı bırakmış olmak, zaman zaman “büyük bir hata mı yapıyorum” sorusunun beyimde dönmesine sebep oldu..Ama “istifa etsem mi” zehri bir kere insanın kanına girdi mi, çıkarması da pek mümkün olmuyor; hele de her sabah ayakların geri geri giderek 70 km yol tepiyorsan.

Pek fazla risk alan biri değildim, sanırım ilk kez bu kadar büyük bir değişikliğe cesaret ettim ve eylemsizliğimden kurtulup istifayı verdim..Ama istifamı bildirdikten sonra, yüz üstü bırakmayı kendime yediremeyeceğim önemli bir işimi tamamlamak için yaklaşık 1.5 ay çalışmaya devam ettim..O sürede iş yerindeki yakın arkadaşlarıma durumu açıkladım ve her gün sona yaklaşmanın üzüntüsünü biraz daha fazla hissederek görevimi tamamladım..15 Haziran 2012 tarihinde,  5 yılımı tamamladığım ilk göz ağrımdan buruk bir huzurla ayrıldım.. 1 ay geçti ve ben sanki 10 yıldır çalışmıyor gibiyim, o derece uzaklaşmış hissediyorum kendimi..”Nasıl kalkıyordum ben her sabah 05.50’de ? Nasıl gidip geliyordum her gün 140 km yolu ? Onca stresi nasıl çekiyordum ?” soruları zihnimi meşgul ediyor şimdi.. Sanırım gülü seven dikenine katlanıyor bir şekilde..

Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum.. Geleceğini planlayamamış yeni mezunlar gibiyim..Hayat çok enteresan bir mecra, ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor..İyi şeyler olmasını temenni ediyorum.. Sadece sağlıklı  olmayı ve ailemle, eşimle, sevdiklerimle, dostlarımla mutlu bir hayat yaşamayı diliyorum. Gerisi hakikaten teferruat..

4 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi