Aslında bu blogun yazıları genelde iç açıcı olmak üzere planlanmakta ve kurgulanmaktadır tarafımdan..Gezilen bir şehir, güzel bir tiyatro oyunu, paylaşmak istediğim bir sergi veya konser etkinliği, lezzetli bir yemek, hayata dair duygular ve benzeri hoşluklar..Ama bugün içimden başka türlü yazmak geldi..
Sizin de içiniz sıkılıyor ve böğrünüze bir taş oturuyor mu haberleri seyrederken, gazete okurken, gündemi takip ederken ?
Şiddet gören mağdurlar, haklarını aramak isterken içeri tıkılarak susturulan insanlar, şehit acıları, ekonominin çöküşü, yoksulluk sınırı, her gün işkence etseniz doymayacağınız; ama buna rağmen ellerini kollarını sallayarak dışarıda gezen azılı katiller, sapıklar, tecavüzcüler, ihmal yüzünden vefat edenler, tersanelerde, maden ocaklarında hayatları sönenler, cinnet geçirenler, yollarda helak olanlar..
Kaç ülkede bir insan kaldırımdaki çukura düşüp yaralanabilir ya da hangi diyarda bir çocuk ambulans gecikti diye ölebilir? Hep yazılan-çizilen klişedir ama sormadan edemiyor insan; bu kadar mı değersizdir bu topraklarda insanın hayatı? Hakikaten mi pamuk ipliğine bağlıdır burada yaşam ? Adalet; sarayı/binası büyüdükçe yok olan ve sadece lafta kalan bir kavram mıdır “vefa” gibi? Kocasından gördüğü şiddet sonucu ölen kadın; ölmeden önce defalarca polisten koruma talep ettiği halde niçin ciddiye alınmaz?
Etrafımdaki insanlar bir süredir “artık haber seyretmek istemiyorum, sinirlerim bozuluyor” diyorlar.. Zaten herkesin kendi derdi mevcut; bir de her gün daha da kötüleşen “ajansı” seyredip iyice hayata küsmek, içlerini karartmak istemiyorlar..
Hayat çok enteresan bir mecra; gerçekten bugün varsın ama yarın olup olmayacağın hiç belli değil..Geçtiğimiz günlerde bunu çok net anlamamı sağlayan, yüzümüze tokat gibi çarpan, çok üzücü bir kayıp yaşadığımızda anladım ömrün gerçekten de “üç günlük” olduğunu.. O yüzden çok fazla ince eleyip sık dokumamak ve hayatın tadını çıkarmak gerekiyor gerçekten..
Mevlana’nın etkileyici dizeleriyle noktalıyorum bu yazıyı..
Kimi benden çok seversen onu senden alırım…