Monthly Archives: Kasım 2012

…Romantik Komedya…

İş hayatına verdiğim uzunca –aslında uzunluğu tartışılır; dolu dolu 5 senelik tecrübeden sonra; her sene için 1 aycık(!) mola çok mu yani?– aranın ardından; tekrardan düzenli yaşama geçiş yaptım ve felekten çaldığım bohem aylara son verdim.

İşe başlamadan önceki son günümde tek başıma sinema keyfini özlemiş olduğumu fark ettim ve kendimi “Mükemmel Plan” (Friends with Kids) filminde buldum.

Bu filmi Jennifer Westfeldt yazmış, yönetmiş ve başrolün de üstesinden hakkıyla gelmiş. Filmin başlarında kendisine alışamasam da, sonradan ısındığımı ve role oldukça yakıştırdığımı söyleyebilirim. Sabun köpüğü, romantizmi hissettiren, bazen güldüren, azıcık hüzünlendiren, empati yaptırtan bir film olmuş “Mükemmel Plan”.

Üniversiteden itibaren çok yakın dost olan, cinsel hayatlarının ince ayrıntısından, ruh durumlarına kadar her şeylerini birbirlerine anlatan Julie (Jennifer Westfeldt) ve Jason (Adam Scott); arkadaş gruplarındaki herkesin evlenip çocuk sahibi olmasıyla birlikte düşüncelere dalar ve en sonunda birbirlerinden çocuk yapmaya karar verirler..Ama aradalarında evlilik hatta herhangi bir ilişki durumu bile olmaksızın !… Zaman zaman “Friends” dizisi havası yakalayan bir film olduğunu da ekliyor ve hemen diğer seyirliğimizden bahsetmeye başlıyorum.

Son günlerde seyreylediğim bir diğer romantik komedi türümüz ise; Sophie Marceau ile Gad Elmaleh’i buluşturan, Fransızca’nın o  buğulu ve genizden gelen aksanı eşliğinde keyifli vakit geçirten “Mutluluk Asla Yalnız Gelmez”  (Un bonheur n’arrive jamais seul) filmi idi.

Hayatını reklam müzikleri yaparak kazanan; piyano konusunda büyük yeteneğe sahip, geceleri arkadaşının caz barında bu hünerini sergileyen, hovarda bir adam olan Sacha (Gad Elmaleh) ile 3 çocuklu, kocasıyla yalnızca kağıt üstünde evli olan ve sanat galerileri ile çalışan; sempatik, anaç ve pek hoş Charlotte’u bir araya getiren tesadüfler sonucunda; bu ikilinin arasında aşk kıvılcımları titreşmeye başlıyor…

Tabi şanssızlıklar, kötü adamlar (bu filmde sorun çıkaran karakter rolü Charlotte’un holding patronu olan kocasına verilmiş. Bu koca; Sacha’nın da ekmeğini yediği reklam dünyasında namı “Kart Zampara” olarak yürümüş bir patron.)  peşlerini bırakmıyor ve ikilinin aşk hikayesi çıkmaza giriyor.

Sırf bu iki sempatik ve yüksek enerjili oyuncuyu izlemek bile insanın içini açıyor, moralini yükseltiyor. Romantizmden komedi çıkarmayı sevenler keyif alacaktır diye düşünüyorum..İyi Seyirler !

 

 

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

Sizin Eviniz Kim ?

Başlıktaki soru cümlesinden de anlaşıldığı gibi; bu yazımın konusu şu sıralar beyazperde gündemini bolca meşgul eden, Özcan Deniz’in yönettiği, uyarladığı ve başrollerini Fahriye Evcen ile paylaştığı Evim Sensin adlı film.

Filmleri yorumlarken 1. yarı-2. yarı şeklinde ayırmayı hiç sevmem, bir bütün olarak bakarım; ama burada iki devre arasındaki farklılıkların altını çizmek gerekir.. Bir kere o bolca bahsedilen, ağlatan, insanın içini oyan sahnelere ilk yarıda pek rastlanmıyor, hikayenin tam oturması 2. yarının başlarına denk geliyor.

Tabi ki birçok filmde düğümler sonlara doğru çözülür, beklenmeyen olaylar en başta ortaya çıkmaz ama burada dramın yükü o kadar ağırlaşmıştı ki, ilk yarıyı seyrederken aklımdan geçen “bu hikaye romantik veya duygusal değil” düşüncesi  buharlaştı ve yoğunlaşarak seri göz damlaları halinde yanaklarımdan aktı gitti.

İskender (Özcan Deniz) ve Leyla’nın (Fahriye Evcen) arasındaki uyum, iletişim, Fahriye Evcen’in oyunculuğu ve hafıza kaybı ortaya çıktıktan sonra yaşananlar, geriye dönüşlü sahneler benim hoşuma giden öğelerdi. (Birçok yerde Fahriye Evcen’in oyunculuğu eleştiriliyor, bebek sesiyle konuşuyor deniyor..Orijinal film olan A Moment To Remember’ı değilse de, fragmanını seyrettim ve bu bile bana Fahriye Evcen’in ne kadar doğru bir seçim olduğunu hissettirdi)

Hiçbir zaman Özcan Deniz’i önyargılı şekilde eleştiren gruptan olmadım. Aksine; oyunculuk ve yönetmenlik ile ilgili eğitimi olmadığı halde; zamanını, enerjisini ve parasını bu yönde kullanıp, ortaya bir ürün çıkarmasını hep takdir ettim.

Filmde bazı eksiklikler, yüzeyde kalan diyaloglar/ayrıntılar mevcut, ancak bu gediklere pek çok yapıtta rastlamak mümkün. Ben bu tip eksiklikleri görmezden gelip, filmlerin bende yarattığı genel duygulara odaklandığım için; bu filmin beni oldukça etkilediğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Türk filmlerini, bağlılık hikayelerini, duygulanıp doya doya ağlamayı seviyorsanız, şimdiden iyi seyirler…

 

4 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

17

10 Kasım’dan, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili anma törenlerinden, mevcut hükümetin bu anma günü ile ilgili tavrından, her sene o saygı duruşlarında hissettiklerimden, Ata’mızı anma töreninde çalan “Memleketim” şarkısında nasıl duygulandığımdan bahsetmek istemiştim aslında..

Ta ki “17 Şehit” haberi ajanslara düşene kadar…Ondan sonra vazgeçtim 10 Kasım yazısından..Detayları okuyorum 2 gündür içim yanıyor her şehit haberinde olduğu gibi, dayanamıyorum..

Komplo teorileri üretiyorum  gayriihtiyari; “Helikopter düştü mü yoksa düşürüldü mü” cümlesi herkes gibi benim de aklımı kurcalıyor..

17 insan göçtü gitti dünyadan, arkalarında acı dolu yakınlarını bırakarak..

Geride kalan tüm acılı yakınlarına sabır ve baş sağlığı temenni ediyorum.

Benim bu memlekete dair umudum her geçen gün tükeniyor…

 

 

Yorum bırakın

Filed under Gündem

Bir Tohum Şenliği ve Şile’nin Köyleri

Belki gözünüze ilişmiştir gazetelerde; 4 Kasım Pazar günü Şile’nin Ovacık Köyü’nde 1. Tohum Takası Şenliği adında bir etkinlik vardı… Öğrendiğim kadarıyla bu şenlik; Karaot Tohum Derneği, Ekolojik Üreticiler Derneği, Slowfood/Fikir Sahibi Damaklar ve Şile Belediyesi eliyle organize edilmiş olup; her sene, hatta belki 6 ayda bir tekrarı yapılacakmış..

Daha önceleri Ege’nin bazı köylerinde yapılan bu etkinlik; duyduğum kadarıyla Şile Belediyesi’nin talepleri üzerinde burada da yapılmaya başlanmış.. Biz şenlik alanına birazcık geç kaldığımız için tohumlar ve fideler dağıtılmış, etkinlik neredeyse bitmişti..

Köy halkının kurduğu pazar yeri de başlı başına bir şenlik havasındaydı; taptaze marullar, biberler, patlıcanlar, ev yapımı reçeller, özel üretim ballar, kabaklar, ekmekler, yoğurtlar ve daha neler neler.. Son zamanların moda tabiriyle her ürün tam anlamıyla “organik”ti…

Şenlik bitti; ama bu vesileyle İstanbul’a yakın kaçamaklar serisine bir yenisi daha eklendi; Şile’nin köyleri Ovacık, İmrendere, Karamandere ve daha niceleri.. Buralara araba dışında ulaşım pek mümkün gözükmüyor, mesafe de  az değil ancak Şile tarafına yolunuz düştüğünde bu köyleri ziyaret etmenizi, yemyeşil ormanların, rengarenk doğanın taptaze havasını içinize çekmenizi öneririm.. Alttaki fotoğraf Karamandere’nin içindeki Saklıgöl’den…

Yazıyı son zamanlarda okuduğum en güzel sözlerden biriyle noktalamak istiyorum :

Beş yaşındayken annem hayatın püf noktasının mutluluk olduğunu söylerdi. Okula başladığımda bana büyüyünce ne olmak istediğimi sordular. Ben de “mutlu” yazdım. Onlar bana ödevi anlamamışsın dediler, ben de onlara siz hayatı anlamamışsınız dedim. — John Lennon

Yorum bırakın

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?