Kitap çıkardıktan sonra burayı çok boşladım, farkındayım.
Oysa ki burası benim kalem, kimse bilmezken zehrimi döktüğüm oyun alanımdı.
İlginçtir, 12 sene önce buraya yazmaya başladığımda hiç beklemediğim insanlardan fevkalade tepkiler almıştım. “Kesin çok destek olur” dediklerimin bir kısmı da burayı okumaya bile tenezzül etmemişti. Hayat tuhaf. O zaman ilgilenmeyenler, kitabım çıkınca epey alkışladılar.
Destek ve kösteğin nereden geleceği hiç belli olmuyor.
Bu kadar dedikodu yeter, uzatmadan konuya gireyim: Luna Yayınevi etiketiyle raflarda yerini alan bir kitap var; ismi Öykü Kumbarası.
Sevdiğim bir öykümle bu kitaba dahil oldum. İsmi ‘Kırtasiye’. Okuyan ve beğenen dostlar “ne bu ya biraz neşeli yazsana” gibi serzenişlerde bulundular. Hatta ağlayanlar olmuş. Ne mutlu bana!
Keyifle gülebildiğimiz, huzurlu ve sağlıklı günler temenni ediyorum…
“Yazmak, mutsuzluktur. Mutlu insan yazmaz.” diyor İlhan Berk. Mümkündür. Fakat ben bugün madalyonun öbür tarafındayım.
Tabiri caizse 11 yıldır ilmek ilmek dokuduğum sayfam; blog camiasının değerli üyelerinden, okuduğum en kapsamlı ve detaylı gezi yazılarının sahibi Alev’in Vizörü tarafından Liebster ödülüne aday gösterilmiş. Damla damla bir mutluluk, hafif heyecanla birlikte göğüs kafesime misafir oldu. [azıcık “edebiyat yapmak” serbest bugün:)]
Önce soruları yanıtlamak isterim. Bayılırım soru sorulmasına ayrıca:)
2- Hedeflediğiniz okuyucu kitlesi ile sizi takip eden kitle örtüşüyor mu?
İtiraf edeyim, hiçbir zaman belli bir kitle hedeflemedim. Aklıma gelmedi. 11 yıldır aldığım harika tepki ve geri bildirimlerden çıkardığım sonuç: Doğru yolda yazıyorum.
3 -Blog yazmaya başladıktan sonra hayatınız nasıl ve ne yönde değişti?
“Yazmak” eylemi ile önce tanış, sonra dost olduk. Kendi kendime yazdığımı zannederken, seneler içinde yüzlerce insana ulaşmaya başladım. Hayatımın mihenk taşlarından biri oldu “yazmak”. Durduramadım, kitap çıkardım. (Bilmeyenler için: İçimdeki Kaktüs. Şu anda 3. baskıda. Tüm gelir KAÇUV’a bağışlanmaya devam ediyor.)
4 -Edebiyat sizin için ne ifade ediyor?
Kopuk dünyaya bir miktar tutunma, kök salma imkanı veren, kitleler arası anlaşma sanatı.
5 -İnsan neden yazar?
Kendimden alıntı:
“Neden yazıyorsun?” diye soran olmadı bugüne kadar ama eğer olursa verebileceğim yanıtlar muhtelif. -Dünyaya uyum sağlayabilmek için -Delirmemek için -Akıl ve ruh sağlığımı korumak için -Gerçeklerden kaçmak için -Kaçmaya çalıştığım gerçeklere yaklaşabilmek için -İçimi dökmek için -Umursamamak için -Uyuşmak için -Unutmak için -Hatırlamak için
Hem yazmak suç, ayıp ve günah kategorilerine girmiyor. (en azından şimdilik) Nefsi müdafaa yapıyorum bir yerde.”
6- Herkesin yazarken tetiklendiği şeyler vardır? Sizi en çok tetikleyenler neler?
7- Yazınızı, araştırmanızı veya görsel çalışmanızı tanımadığınız insanlarla paylaşmak sizce neyi ifade ediyor?
Tanıdıklarım ile paylaşmaktan çok daha kolay şahsen tanışmadıklarımla paylaşmak. Daha yumuşak. Trende rastladığınız yol arkadaşınıza sırlarınızı anlatabilmek gibi. Tabii illa ki sansürlü.
8- Olumsuz yorum ve eleştirilerilere bakış açınız nasıl? Bunlar sizin çalışma ritminizi ve moralitenizi nasıl etkiliyor?
Şükür, olumsuz yorum almadım diyebilirim. Pozitif düşünmeyenler illa mevcuttur ve herhalde sessiz kalma haklarını kullanıyorlardır. Belki beni tanıyanlar üzmemek için, tanımayanlar ise uğraşmamak için olumsuz yorum yapmıyorlar 🙂 Böyle bir yorum gelirse içeriğini önemserim, birkaç gün kafama takarım. Ve düzeltebilecek bir durum ise eyleme geçerim.
9- Hayatı üç kelime ile nasıl anlatırdınız?
Doğum, rüya, ölüm.
10- Fotoğraf çekmek sizin için ne ifade ediyor?
Fotoğraf çekmek, o anda yanımda bulunmayan insanlara halimi anlatmak için başvurduğum belgeleme. (Bu soruyu yönelten Alev Hanım gibi bir fotoğraf becerim ve ilgim yok maalesef.)
11- Blog yazarken en çok çay mı kahve mi içersin? Neden?
Her zaman kahve alır bu soruyu benim açımdan. O pürüzsüzlüğü, kokusu, rengi, hissettirdikleri ile sudan sonra en gerekli içeceğim.
Nedir bumeşhur Liebster ödülü kuralları:
1-Sizi aday gösteren kişiye teşekkür edin ve başkalarının bulabilmesi için bloglarına bir bağlantı sağlayın. (yaptım)
2-Sizi aday gösteren blog yazarı tarafından sorulan soruları yanıtlayın. (yaptım)
3-Diğer blog yazarlarını aday gösterin ve onlara 11 yeni soru sorun. (aşağıda)
4-Blog gönderilerinden birine yorum yaparak adayları bu konuda bilgilendirin. (unutmazsam yapacağım)
5-Kuralları listeleyin ve yayınınızda ve / veya blog sitenizde bir Liebster Blogger Ödülü logosu gösterin. (listeledim, logo aşağıda)
“Annesinden dayak yediği halde, yine ‘anne’ diye ağlayan bir çocuktur aşk” cümlesi harika anlatır durumu aslında. Yazmak, konuşmak, sızlanmak istemesem de, yine soluğu burada alıyorum. Günlüğüm burası benim, oyun alanım, kuytu köşem, mağaram, yer altım, okyanus dibinden oksijene çıktığım katmanım. Ayda bir yazdığım için ‘aylığım’ demek daha doğru belki.
‘Blog’ kelimesi nereden geliyor biliyor musunuz?
‘Weblog’ yani “internet günlüğü” teriminin kısaltılmışı. (Böyle bilgiler insanın iç sıkıntısını bir anda dağıtıverir. )
Üç gün sonra buz gibi betonlar arasından çıkan, şaşkın, ağlamayı aklına bile getiremeyen kuzu insanı hem ağlatır, hem güldürür. Onu çıkarırken ağlayan koca koca insanlar burun direğini acıtır, boğazdaki yumruyu sağlamlaştırır.
Güzel sarıyoruz yaraları, ona şüphe yok.
Giden yardımları yağmalayan birkaç soysuza, hırsıza da aldırmıyoruz. Her yerde çıkar çürük ruhlar.
Müthiş destek, müthiş birlik.
Peki sonra?
Sonra ne olacak?
Binaların kolonlarını kesenler, çürük raporu sunulmasına, hasar tespiti istenmesine rağmen ses çıkarmayan ‘ileri (!) gelenler‘, kafasını kuma gömenler, utanmayanlar…
Hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyoruz.
Bir sonraki afete kadar sırasıyla kahrolma, alışma, sabır dileme, dua etme, korku, kanıksama, tevekkül, unutma.
Boş alanlara, toplanma bölgelerine –ağaçlar yerine– korkunç betonarmeler dikmeye devam.
Ölürsen, öldüğünle kalmaya devam.
Yazmak istediğim, aklımda dönüp duran çok konu; dünyada da bir o kadar acı var. Ucundan bulaştığın her acı, ruhunda bir iz bırakıyor; sen unuttum sanıyorsun, ama esasında kaybolmuyor.
Dünya, Güneş etrafında dönmeye devam ettikçe (sevimsiz tabirle yaş aldıkça), geçtiğin her yoldan bir toz konuyor üzerine.
Bazen silkiniyorsun, yere atıyorsun tozları. Sonra yenisi geliyor. Vazgeçmiyorsun. Yine toparlanıyorsun.
Bir daha.
Bir daha.
(Kapanış paragrafına, deprem tedbirlerinin okunmasını, çocuklara anlatılmasını, oturulanbinaların kontrol edilmesini salık veren, yardım etmenin, birliğin, dayanışmanın kıymetini vurgulayan, ‘hayat cidden kısa, keyfini çıkarın’ temalı, umut aşılayan cümleler gelmeli. Lakin şu an pek gücüm yok.)