Gitmeden önce kimle konuşsak “şahane, muhteşem bir yer, ay keşke tekrar gitsek” gibi haykırışlar duyuyorduk. İtiraf edeyim, içten içe biraz çekiniyordum; sanki övüldüğü kadar beğenmeyeceğiz, Barselona efsanesi bizi hafiften hayal kırıklığına uğratacak diye düşünüyordum. Bilakis…Az bile söylemişler. Gidecek olanlara biraz ışık tutabilmesi açısından olabildiğince özetleyerek anlatmaya çalışayım Katalonya maceramızı…
Barselona, İspanya’nın kuzeydoğusunda, 2 milyona yakın nüfuslu, denize sıfır ve uzun sahilli, şiir gibi bir şehir. 4 gün boyunca kilometrelerce yürüdük ve sürekli kafam yukarıda, muhteşem binaların ayrıntılarını incelemeye çalıştım. Elbette ön planda Antoni Gaudi’nin eserleri, La Sagrada Familia, Park Güell, Casa Bottle, Casa Mila ve niceleri. Ama adını çok fazla duymadığımız, Gaudi kadar meşhur olmamış mimarların da şahane yapılarını görmek mümkün. Adettendir, Sagrada Familia ile başlayalım. Merkez konumundaki Plaça de Catalunya meydanına yürüyerek 10-15 dakika mesafede yer alan bu efsane kilisenin yapımına 1882 yılında başlanmış, 1883 yılında Gaudi mimariyi devralmış fakat 1926’da bir tramvay kazasında öldüğü için; inşaat yarım kalmış. Hala yardımlar ile tamamlanmaya çalışılan heybetli kilisenin yapımının, Gaudi’nin 100. ölüm yıl dönümü olan 2026’da tamamlanması planlanıyormuş.
La Sagrada Familia‘nın etrafında her daim bir turist kalabalığı ve birtakım gösteriler görebilirsiniz. Biz giriş biletlerimizi internet sitesinden -önceden- almadığımız ve sırayı beklemeyi gözümüz yemediği için, içeri girmedik. O güne mi özeldi yoksa her pazar var mı bilmiyorum, ama kilisenin hemen yanında, 3-4 sokak uzunluğunda pek şenlikli bir yerel pazara denk geldik. Bardak bardak İspanyol içkisi Sangria, kazanlarla İspanyol pilavı Paella ve bilimum meyve-kuruyemiş çeşitleri ile gözlerim, midem bayram etti diyebilirim. Denk gelirseniz kaçırmayın.
Gelelim Antoni Gaudi’nin ustalık eserlerinden Park Güell‘e.. 1900’lü yılların başlarında, İspanya’nın kalburüstü Güell ailesi için yaptığı bu park, 1923 yılından sonra halkın ve turistlerin ziyaretine açılmış. Mozaik ve camların ne şahane bir görsellik oluşturabileceğine hayran kalmamak elde değil..Meşhur ejderha heykeli, kurabiyeden yapılmış gibi duran evleri ve geniş seyirlik teras/bahçesi ile mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.
Barselona’nın en popüler noktalarından biri; Las Ramblas caddesi..Plaça de Catalunya ile başlayan ve yaklaşık 1.5 km sonra sizi deniz kenarına bağlayan, her daim hareketli, turist ve sokak satıcıları kalabalığından zorlanarak yürüyeceğiniz bir bulvar. Her tarafı kafe, restoran ve dükkan dolu olan bu caddenin fazla turistik olduğunu ve yeme-içme için çok da avantajlı olmadığını belirtmekte fayda var. Ama bu caddenin üzerinde bir sabit pazar var ki, işte orada kendinizi kaybetmeniz mümkündür diyeyim ve akla gelebilecek her türlü deniz ürününün, şarküterinin, meyvenin hem satın alınabildiği hem de oracıkta denenebildiği muhteşem La Boqueria Mercat fotoğrafları ile sizi başbaşa bırakayım 🙂 (Not: La Boqueria, pazar günleri kapalı, diğer günlerse 17.00’ye kadar açık)
İspanya’nın yemek kültüründe çok önemli bir yer tutan Tapas, yani bizim dilimizce Meze restoranları adım başı karşınıza çıkıyor. Tavsiyeler üzerine gittiğimiz iki restoran var; Ciutat Comdal (Ciudad Condal diye de yazılıyor) ve CalPep. Ciutat Comdal, Plaça de Catalunya’ya çok yakın, köşe noktada konuşlanmış ve saat 20.00’den sonra kapısında onlarca kişinin kuyruk beklediği şahane bir yer. Biz “Assorted Tapas” adlı seçmece 5’li meze tabağı, yarım litrelik sürahi Sangria, efsane bir kalamar, “Patatas Bravas” adlı küp patates kızartmalarından aldık, epeyce doyduk ve İstanbul ile kıyaslayınca oldukça aşağılarda kalan bir mertebede hesap ödedik. Ziyafetin belgesi aşağıda 🙂
CalPep adlı lokanta oldukça enteresan, Barselona’nın en sevdiğim bölgesi olan El Born’da yer alan bu ufacık tefecik restoranın barında oturabilmek için yarım saat sıra bekledik. Arka kısımda yer alan masalı bölüme geçmek imkansız, sanırım haftalar öncesinden yer ayırtmak gerekiyor…O kadar ekabirler ki, sadece akşamları 19.30-23.30 arası hizmet veriyorlar..Yanlış hatırlamıyorsam burası da pazarları kapalı..Girişte “dünyanın en iyi 50 lokantası” arasında bulunduğunu gösteren bir belge de mevcut.
Gaudi’nin şahane eserleri, Casa Bottle ve Casa Mila‘yı sadece dışarıdan fotoğraflayabildik; fakat bu bile ilginçliğini anlamamıza yetti. Bu binalar birbirine çok yakın ve sosyete caddesi Plaza de Grazia’da yer alıyorlar. (Bu arada alışveriş meraklıları için Plaza de Grazia bir nimet, aklınıza gelebilecek her türlü lüks marka bu caddede mevcut. Kişisel ilgisizliğimden dolayı hiçbirine girmedim, o yüzden içerikleri ile ilgili yorum yapamıyorum.) Casa Bottle (üstteki) ve Casa Mila fotoğraflarını aşağıda görebilirsiniz :
Las Ramblas caddesini bitirdiğinizde, upuzun, rahatlatıcı sahil şeridine varıyorsunuz. La Barceloneta adlı plaj bölgesinde, güzel bir kumsal ve çeşit çeşit lokanta arasında gezebilirsiniz. Sahile çıktığınız noktadan yaklaşık 1 km sağa doğru yürürseniz, Kristof Kolomb’un Amerika’ya yaptığı ilk sefere atfen yapılmış heykelini görebilirsiniz. (Bu heykelin turistik ve tarihi açıdan önemli olduğunu not düşeyim.Biz hakkını pek veremedik, zira buraya ulaştığımız esnada yürümekten kendimi kaybetmiş durumdaydım -19 km-, şöyle bir baktım, biraz fotoğraf çektim ve pert halde yanındaki banklara kendimi bıraktım)
Son gecemizi Las Ramblas’ın Museu D’art Contemporani’ye çıkan ara sokaklarından birinde, şık ve tarz Gats adlı restoranda deniz mahsullü Paella yiyerek taçlandırdık, oldukça lezzetliydi.
Değinmeden geçmeyeyim; Plaça de Catalunya yakınlarında 1929’dan kalma “Mauri” adlı bir pastane var, muhteşem. (Bayılıyorum ben böyle eski pastanelere) Başdöndürücü pastalar ve envai çeşit minik sandviçin yer aldığı vitrin mutluluk veren cinsten. (Bu arada Barcelona’da hatrı sayılır bir sandviç kültürü olduğundan bahsetmek lazım, dolaşırken açlığınızı bastırmak için etraftaki kafelerden “İspanyol omletli sandviç” deneyebilirsiniz.)
Kalp atışlarımı hızlandıran bir başka dükkan: Torrons Artesans Vicens…Casa Mila’nın hemen altında, tesadüfen keşfettiğimiz, 1775’ten beri varolan bir marka. Heyecandan fotoğraf çekememişim, ama buradan bilgi edinebilirsiniz. Çeşit çeşit badem ezmeleri, marzipan, nugat, çikolata ve helva türü ürün, mide ve gözlere bayram ettirmek için raflarda kuzu gibi yatıyor…Meraklıysanız, mutlaka görülesi…
Biz şehir merkezine 6-7 km mesafedeki La Meridiana İbis Hotel’de konakladık ve gayet memnun kaldık. Standart İbis özelliklerinde, metroya ve otobüs durağına yakın, sessiz sakin bir otel burası. Merkezde kalmak isterseniz, buranın yaklaşık 2 katı civarında bir meblağı gözden çıkarmanız gerekir. (Tabi hostel veya pansiyon tercih edilmesi durumunda, çok daha hesaplı olması mümkün)
Barselona için anlatacak, önerecek o kadar yer var ki…Müze ve sanat gezilerine ilginiz varsa; El Born Centre de Cultura i Memoria, yine El Born’un daracık, sempatik ara sokaklarında yer alan Picasso Müzesi, Museu D’art Contemporani önerebileceğim, şehrin göbeğindeki sanat merkezleri arasında..Bu arada, El Born bölgesinin hemen yakınında yer alan eski şehir Barri Gotic; bir dolu kafe, hediyelik eşya dükkanı ve şahane mimari yapılara ev sahipliği yapıyor, burası da mutlaka ziyaret edilmeli.
Gitmeyi isteyip de vakit yetiştiremediğimiz, aklımızın kaldığı yerler arasında; Nou Camp Stadyumu, Miro Parkı, teleferikle ulaşabileceğiniz Montjuik Tepesi ve Çikolata Müzesi var.
Sanat, tarih ve yeme-içme üssü olarak nitelendirebileceğim Barselona, benim aklımda “rüya şehir” olarak yerini aldı. Gönül rahatlığıyla tavsiye ederim…İyi gezmeler…