Monthly Archives: Eylül 2016

İspendek

Vazgeçtim..Bu sefer kötü gündemle iç karartmak yok…En sevdiğim ayın yazısını yazarken; güzelliklerden, bayramdan seyrandan, rakıdan, börülceden, denizdeki akıntıdan, TSM’den bahsedesim var.

Bayram tatilini bahane edip düştük yollara, rota yarım yamalak, hafif belirsiz, tam sevdiğim gibi. Karaburun’un tehditkar akıntılı deniziyle başladık güne..Sevdiğimiz dostlar yanımızda, uzağız pis gündemden, burnumda deniz kokusu, elimde kahve, kafam keyiften güzel bir lokma bile içmeden…

Bol muhabbetli 2 günün en lezzetli kısmını anlatmak istiyorum. Hiç aklımızda yokken, şahane bir lokanta keşfettik uzaklarda, Selimpaşa sahilinde..Adı İspendek…Levreğin küçüğüne denirmiş, ben de yeni öğrendim.

O kadar huzurlu, sakin bir lokanta ki.. Balıkçıların en sevdiğim kısmı olan mezelerle başlıyoruz merasime; deniz börülcesi, patlıcan,  karides, kalamar..Tam sevdiğim gibi..Rakılar kadehte, sohbet gırla. Ardından alevler içinde palamut geliyor sofranın tam ortasına, pamuk…

ispendek-1

Meyveler, çaylar, kahveler derken; dondurmalı çikolata sufle ve fırında helva ile taçlandırıyoruz geceyi. Rahatımız o kadar yerinde ki, 5 saat boyunca masadan kalkmıyoruz..Hem de bir sonraki durağımızın neresi olacağını bile belirlemeden..Yine tam sevdiğimden..

Ödediğimiz hesap İstanbul’daki aynı ayar mekanlardan elbette bir miktar aşağıda, ama çok da uzak mertebede değil. Fakat lezzet, servis ve işletme kalitesini göz önünde bulundurursak, gayet makul diyebilirim.

Dümeni Silivri, Çatalca taraflarına kırarsanız, gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim İspendek’i. Biz pek beğendik, yolumuzu tekrardan Selimpaşa tarafına düşürmeyi, aynı masada sohbet etmeyi, Karaburun’da müthiş manzaralı, uçurumlu denizin önünde kahveleri içmeyi hayal ediyoruz…

… …. ….. …… ……. …….. ………

Fazla ciddiye almayın bu hayatı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız” demiş ya Necip Fazıl.. Ne melankolik, ne mayhoş bir cümle. Nazım Hikmet’in “Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın” dizesiyle arka arkaya okuyunca katmerleniyor, iyice allak bullak ediyor aklımı.

Kendimden, içimden anlatasım var çok..Ama hiç kolay değil, üstelik fonda “Kimseye etmem şikayet” çalarken pek zahmetli, hatta tehlikeli..Çünkü elin kayar, aklın kaçar…İnsan beşer, elbet şaşar…İpe sapa gelmez yazmaya başlarsın, toplayamazsın da ardını bir daha. Kadehi önce diğer kadehe, sonra masaya vurup kafama dikesim var. Ama yapmıyorum..Dokunuyor…Neden masaya vururlarmış rakı kadehini ? Çünkü içindekinin insanın 5 duyusuna da hitap etmesi gerekirmiş..Görüyorsun, kokluyorsun, elinde tutuyorsun ve tadıyorsun..Bir tek tınısını duyman eksik..Hah işte o yüzden “şerefe” derken kadeh tokuşturuluyormuş. Neden şerefe denirmiş demlenirken ? Masada olan biten her şeyin orada kalacağına dair şeref sözü verilirmiş..

Kendimi Aydın Boysan gibi hissediyorum doktor, normal mi acaba gecenin bu vaktinde ?

Hem sen boşuna benimle uğraşma doktor…Do diyezden giriyorum ben bu gece hicaza…Ne çok severdim bir zamanlar, hüzzam ile birlikte. Yeniden başlayacağım, babamın hatrına..Kısmet…

… …. ….. …… ……. …….. ………

 

 

 

 

Yorum bırakın

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?, Gündem Dışı, içimden geldiği gibi