Monthly Archives: Şubat 2013

Kelebeğin Rüyası

Son zamanlarda sanatsal aktivite boşluğumu dolduran sinema ziyaretlerini bu soğuk kış günlerinde iyice sıklaştırdım ve vizyondaki 2 popüler filmi seyreyledim. Bu yazıda sıcağı sıcağına bahsetmek istediğim  film; yaklaşık 2 saat önce izlediğim ‘Kelebeğin Rüyası’ …

Film;  Zonguldak’ta, 2. dünya savaşının emarelerinin hissedildiği 1941 yılında geçiyor ve vereme yenik düşmüş 2 genç şairin; Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatlarından kesitler sunuyor. Genel bir yorumda bulunmak gerekirse; çok emek verilmiş, şahane çekimler ve görüntüler sunan, oyuncuların çoğunlukla yıldızlaştığı ve güzel kurgulanmış bir film var karşımızda.

Kelebeğin RüyasıMert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ; iki iyi dost olan, verem hastalığından muzdarip,  refah ve ferah seviyeleri düşük ama buna rağmen hayata gülen gözlerle bakabilen genç şairleri çok başarılı şekilde canlandırmışlar..Dönemin önemli edebi unsuru ‘Varlık’ dergisinde şiirlerini görmek, belki de hayatlarının en büyük arzusu..Bu iki oyuncunun birbiriyle uyumu şahane.. Ama aynı uyumu şehrin üst düzeylerinden Zeki Bey’in (Ahmet Mümtaz Taylan) kızı Suzan (Belçim Bilgin) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) aşkı için söylemek zor.. Neden bilmiyorum, Belçim Bilgin’i o role hiç yakıştıramadım, fragmanı izlediğimde bile o rolü Farah Zeynep Abdullah’ın oynamasının daha yerinde olacağını düşünmüştüm..Yılmaz Erdoğan ise, şairlerin hocası Behçet Necatigil rolünde gözüküyor ve bence karakteri olması gerektiği gibi canlandırıyor.

Kadro beyazcamın en başarılı isimleri den, adeta rüya takımı; yönetmen pek sevilen filmlerde imzası olan Yılmaz Erdoğan, görüntü ve mekanlar da muhteşem olunca, sanırım beklentim biraz yüksek seviyelere çıktı.. Ama ne olursa olsun; unutulmaya yüz tutmuş şairlerimizi, Varlık dergisini, maden işçilerinin yaşadığı zorlukları, edebiyatı ve eski insanların zarifliğini hatırlatması bile bu filmi yukarılarda bir yere taşımaya yetiyor benim için.

“Aşk bahanesidir şiirin

Şiir bahanesidir hayatın”

 

İyi seyirler…

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Hükümet Kadın

Türk filmlerini, Demet Akbağ’ı ve böyle yerel hikayeleri oldukça sevmeme rağmen; nedense bu filme pek ısınamamış, fragmanı da izledikten sonra ön yargı duvarlarımı kafamda örmüştüm. Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı…

Sermiyan Midyat’ın kendi babaannesinin hikayesinden esinlenerek yazdığı; yönettiği ve kurnaz,kötü niyetli adamı pek güzel canlandırdığı Hükümet Kadın’ın ağır topu haliyle Demet Akbağ..Zaten Sermiyan Midyat da senaryoyu yazmadan önce; Demet Akbağ bu rolü kabul ederse ancak o zaman yazmaya başlayacağını belirtmiş.

Sermiyan Midyat’ın babaannesi; belediye başkanı olan eşi Aziz Veysel’in vefatından sonra Midyat’ın ilk kadın belediye başkanı oluyor ve okuma yazma bilmemesine rağmen taşı sıksa suyunu çıkaran karakteriyle bence harikalar yaratıyor.

Hükümet_KadınEvet; filmde politik mesajlar göze sokuluyor ve zaman zaman “bu absürd sahne neden çekildi acaba” dedirtiyor. Ama bunların hepsinin Sermiyan Midyat’ın anılarında var olan gerçek ‘sahneler’ olduğunu, babaannesinin hayatı ile, zihnindeki Midyat anılarını harmanlayıp bu filmi öyle ortaya çıkardığını düşünüyorum.

Hikayenin özü çok etkileyici; okuma yazma bilmeyen bir kadının, 1950’li yıllarda Midyat gibi bir bölgede belediye başkanı olması, vefat eden eşine bağlılığı, onun hayallerini gerçekleştirmek uğruna gösterdiği çaba, kız çocuklarına duyarlılığı…Demet Akbağ’ın şahane oyunculuğu ve karakter yaratma becerisi de eklenince; filmin sürükleyiciliği hiç sekteye uğramıyor.

Tabi sadece başrol değil; tüm rolleri canlandıran oyuncuların hakkını teslim etmek gerekiyor; çünkü ufak, büyük tüm roller başarılı şekilde filme aktarılmış…

İzleyecek olanlara iyi seyirler diyor ve bir film eleştirime daha burada son veriyorum…

 

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Piraye Taş Plak Meyhanesi

Bir doğum günü kutlaması için farklı farklı bir dolu mekan üzerine düşündükten sonra en nihayetinde bir öneri sonucu değişik bir yerde karar kıldık ve geçtiğimiz cuma akşamı dümeni Kadıköy’deki Piraye Restorant’a kırdık…

Daha önce bulunmadığım bir yere gideceğim zaman; genellikle internet sitesine göz atar, bir fikir edinmeye çalışırım..Bu sefer de öyle yaptım ve Piraye’nin sitesinde yer alan betimlemeler ile beklenti çıtamı bir hayli yükselttim… Sitede yer alan “Taş Plak Meyhanesi” ibaresi, “Kadıköy’ün göbeğinde şehrin karmaşasından uzak bir şekilde mezelerin tadına bakarken, gramofondan yayılan taş plan sesi ile ruhumuzun dinleneceği” cümleleri kalbimi kazanmaya ve beni Piraye ile ilgili heyecanlandırmaya yetti.

Piraye_BahçeEvet gerçekten Kadıköy’de pek fazla rastlanmayan, geniş bahçeli, lezzetli mezeleri olan ve bir adet gramofonun eşlik ettiği güzel bir meyhane; ancak kalabalıktan, uğultudan, karambolden fırsat bulup da, müziği duymak, ruh dinlendirmek ne mümkün!

Belki de hayalimde ufak, şirin bir bahçede, inceden bir Türk Sanat Müziği’nin eşlik ettiği, rakı kadehlerinin İnciraltı Meyhanesi’ndeki gibi dantellerle geldiği bir mekan oluşturduğum için biraz hayal kırıklığı yaşamışımdır, belki daha az kalabalık bir zamanda gelinirse veya yazın açık bahçede oturulursa çok daha fazla keyif alınabilecektir.

Piraye_Meze_Yemek1

 

Bu tip meyhanelerde beni en çok mutlu eden görüntü; binbir çeşit meze ile dolu, rengarenk ve oyuncaklı meze tepsisidir. Piraye’nin mezelerinin gerçekten de beni tatmin edecek çeşitte ve lezzette olduğunu söyleyebilirim. Ana yemek yemedik, ancak ara sıcak olarak gelen ciğer de güzeldi. (Güveçte kaşarlı karides de vardı masada, ancak doymuş olduğumdan tadamadım, fakat yiyenler pek beğendiler.)

Eski dostlar, kahkahalar, bolca lezzetli yemek, güzel müzik, bazen fazla uğultu, güleryüzlü servis ve işletme,  zaman zaman sigara dumanından yanan gözler, eğlence, muhabbet, sohbet… Bir cuma gecesi işte böyle geçti…

Yorum bırakın

Filed under Mutluluğun Tarifi - Yemek