Tag Archives: mutluluk

Mutlu musunuz?

Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsanız hayatınızı bir amaca bağlayın, kişilere veya eşyalara değil.  Albert Einstein

Hayattaki en büyük mutluluk sevildiğimize ikna olmaktır. Victor Hugo

Mutluluğu sende bulan senindir. Ötesi misafirdir. Hz. Mevlana

Bunca bilimsel gelişmeye, teknolojiye rağmen esrarını koruyan insan beyni, bin yıldır mutluluğun nasıl elde edileceğini tartışıyor. Ne ironik….Kendi salgıladığımız hormonlar ile yarattığımız kavramı, yine o çözemediğimiz beynimiz ile anlamlandırmaya çalışıyoruz.

Mutluluk, üzüntü, kızgınlık gibi insani hislerin tamamen hormonal ve kimyasal reaksiyonlar olduğu nicedir biliniyor. Pek şiirsel gelmiyor kulağa tabi, zaten yıllardır işlenmiş kodlarımıza “kalbinin sesini dinle, yüreğinin götürdüğü yere git” sözleri.  İnsan kabullenmek istemiyor önce…O kadar aşıksın ki mesela, sırf sana biraz gülsün ya da dokunsun diye atmadığın takla kalmıyor. Kalbin çok hızlı çarptığı için zannediyorsun ki sol göğsünün altından bir şeyler salgılanıyor.  Öpüştün, heyecanlandın, seviştin, zevk aldın, sandın ki göğün yedinci katındasın. Değilsin. Oksitosin normal seviyeye inince kendine gelirsin. O oksitosin ki, doğum esnasında rahmin kasılmasını veya emzirme döneminde süt gelmesini sağlıyor, cinsel uyarılmayı, cömertliği arttırıyor, sosyal iletişimi kuvvetlendiriyor. Ve araştırmalar gösteriyor ki, annesiyle ilişkisi iyi olan erkeklerin anıları da daha canlı oluyor.

Söz gelimi çok heyecanlısın, enerjiksin, dünyayı yerinden oynatırım zannediyorsun, uçuyorsun, kaçıyorsun..Endorfin ve serotonin mucizesi…Edip Cansever’in “Ve mutluluk bir kibrit çöpü, artık ne kadar yanarsa” dediği kadar var. O kadar saman alevi, o denli uçucu.

Charlie Chaplin’in “Kahkahasız geçen bir gün, harcanmış bir gündür” sözünü oldum olası sevmişimdir. Gülmenin ne muhteşem bir şey olduğunu keşfedememiş bir milletiz. Çok gülünce başına bir şey geleceğini düşünen, kahkaha atan kadını “hafif” diye yaftalayan, keza çok gülen adama da “karı gibi gülme” diyen, ters ters bakan insanlar var bu topraklarda. Yazık. Halbuki bir bilseler güldükleri anda hastalıkla savaşma esnasında salgılanan hormonların devreye girdiğini..İyileştiriyor, güzelleştiriyor, gerginliği azaltıyor. Nietzsche; “İnsan bu dünyada o kadar ıstırap çeker ki, bütün canlı yaratıklar arasında yalnız o gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır” der.  Ve “Kahkahanın, iki insan arasındaki en yakın mesafe olduğunu” söyler Victor Hugo.  Ne şahane gözlem.. Bazı insanlara kızamıyorsunuz mesela, çok garip. Kırgınsın, üzgünsün ama bir geliyorsun göz göze, duramıyorsun. Gülümsüyorsun ve dağılıyor aranızdaki duman.

Kimi insanların ağlayamadığını hayretle dinliyorum, “rahatlamak istiyorum ama gözümden yaş gelmiyor” diyordu bir arkadaşım. Biliyorum ki duygusuz ya da ruhsuz biri değil, muhtemelen sadece prolaktin seviyesi epey düşük…Soğanın içindeki enzim ile yakınımızı kaybetmenin fiziksel olarak aynı sonuca yol açması bana mı enteresan geliyor sadece?

Can Yücel demiş ki:

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden, neden hiç ağlamadığını anladım…Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş…Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım…

Konunun merkezinden saptım yine galiba..Ama bir dakika burası benim sayfam, istediğim gibi yazarım…

Yazamazsın. Ne kadar özgür yazdığını zannetsen de içindeki sınırlardan, kısıtlamalardan, öğrenilmiş çaresizliklerden tam olarak kurtulamazsın.

Kendi kendine konuşmak yetmedi, bir de kendi kendine yazmaya mı başladın?

“Yazmak zaten münferit bir eylem değil midir albayım” yazacaktım, son anda vazgeçtim. Oğuz Atay’a öykünmeye mi çalışıyorum acaba ?

Ben sana gelemem ki yaram var diye…Yaram sensin benim” cümlesini yazan insan her kimse, gıpta ettim, hatta belki biraz kıskandım.  Sanki okuyunca içimdeki görünmeyen tellerden biri koptu. O kadar naif ve vurucu ki. Anlatamam. Anlayamazsın.

Yine karalama tahtasına döndürdüm burayı. Biraz noradrenalin, biraz dopamin. Hepsi bu aslında.

Dökmeye niyetim yok içimi,

Zor sığdırdım zaten…

Cemal Süreya

12 Yorum

Filed under Gündem Dışı, içimden geldiği gibi

Bilmem ilgilenir misiniz ama……..Geri Döndüm…

Tam 15 aydır yazı yazmamışım sevgili bloğuma..Neden bu haksızlığı yaptım, severek açtığım ve onlarca yazıyı heyecanla eklediğim sayfama; bilemiyorum.. O kadar çok şey değişti ki hayatımda..

En büyük değişiklik özel hayatımda…Bu pekçok insanın yaşadığı, yaşamak üzere olduğu veya yaşayacağı bir durum farkındayım..Ama insan kendi başına gelince heyecanlanıyor, ne yapacağını şaşırıyor, mutlu oluyor, hatta belki hafiften buldumcuk oluyor, kaybetmekten korkuyor, üzerine titriyor , özümsüyor, benimsiyor, nazar değmesinden çekiniyor ve illa ki kendi yaşadıklarını özel sanıyor…Hani her sınıfın kendince “Hababam Sınıfı” olması gibi:)

Diğer bir değişiklik ise iş hayatımla ilgili..Aslında artık bir “iş hayatım” yok..5 senedir, yani  yaklaşık 1825 gündür hayatımda olan şirketimden istifa ettim..Kolay olmadı tabii, aylarca süren kararsızlıklar, duygusallıklar, aidiyet duygusu, kıdem (tabiri caizse ‘kaşarlanma’) rahatlığını bırakıp gitme cesareti -ya da aptallığı mı demeliyim- , ‘iş bulmadan sakın ayrılma’ uyarıları, bunalmalar, trafikte geçen saatler, sinir bozuklukları, stres ve agresiflik.. Bütün bunlar iş yerindeki son aylarımı özetliyordu diyebilirim.. Her gün evime gider gibi rahatlıkla girip-çıktığım, her ayrıntısını ezbere bildiğim, tüm personelini çok iyi tanıdığım bir kurumdan çıkıp gitmek zor oldu..Üstelik maddi tüm haklarımı bırakmış olmak, zaman zaman “büyük bir hata mı yapıyorum” sorusunun beyimde dönmesine sebep oldu..Ama “istifa etsem mi” zehri bir kere insanın kanına girdi mi, çıkarması da pek mümkün olmuyor; hele de her sabah ayakların geri geri giderek 70 km yol tepiyorsan.

Pek fazla risk alan biri değildim, sanırım ilk kez bu kadar büyük bir değişikliğe cesaret ettim ve eylemsizliğimden kurtulup istifayı verdim..Ama istifamı bildirdikten sonra, yüz üstü bırakmayı kendime yediremeyeceğim önemli bir işimi tamamlamak için yaklaşık 1.5 ay çalışmaya devam ettim..O sürede iş yerindeki yakın arkadaşlarıma durumu açıkladım ve her gün sona yaklaşmanın üzüntüsünü biraz daha fazla hissederek görevimi tamamladım..15 Haziran 2012 tarihinde,  5 yılımı tamamladığım ilk göz ağrımdan buruk bir huzurla ayrıldım.. 1 ay geçti ve ben sanki 10 yıldır çalışmıyor gibiyim, o derece uzaklaşmış hissediyorum kendimi..”Nasıl kalkıyordum ben her sabah 05.50’de ? Nasıl gidip geliyordum her gün 140 km yolu ? Onca stresi nasıl çekiyordum ?” soruları zihnimi meşgul ediyor şimdi.. Sanırım gülü seven dikenine katlanıyor bir şekilde..

Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum.. Geleceğini planlayamamış yeni mezunlar gibiyim..Hayat çok enteresan bir mecra, ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor..İyi şeyler olmasını temenni ediyorum.. Sadece sağlıklı  olmayı ve ailemle, eşimle, sevdiklerimle, dostlarımla mutlu bir hayat yaşamayı diliyorum. Gerisi hakikaten teferruat..

4 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi