Monthly Archives: Haziran 2010

Atlı Karınca Dönüyor Dönüyor…

Nedendir bilemedim; amma ve lakin nicedir klavyeyi elime alıp sayfama yazı dizesim gelmedi; yazmaya değer olaylar yaşamadığımdan değil elbet, aksine komik, bazen lirik ve hatta didaktik (!), nadiren de trajikomik olaylar geldi başıma herkese olduğu gibi..

Ruh halimin karmaşası konsantrasyonumu da etkiliyor, telefonumun hatırlatma hafızası dolup dolup boşalıyor, neredeyse ‘nefes almayı unutma’ diye not düşeceğim yakında 🙂

Duygulandığım olayları örneklerle somutlaştırayım; misal; 15 senelik [ amanın artık 15 senelik dostlarımın olduğu bir yaşa gelmişim:) ] çok yakın bir arkadaşımın düğünündeydim 2 gün önce..O kadar enteresan bir duygu ki; çocukluk hallerine çok yakından tanık olduğun bir insanı gelinlikle pat diye karşında görünce, nikah masasında damadın ayağına basarken seyredince ister istemez kocaman sırıtıyorsun, hatta gözlerin doluyor, heyecanlanıyorsun..

Sonra ertesi gün oluyor, çok sevdiğim aile dostumuzu ziyarete gidiyorum, eskiden de çok sık görüşürdük ama bu ara farklı..Lanet bir hastalığın; sapasağlam, kapı gibi bir insanı 3 ay içinde nasıl yatağa mahkum ettiğini izliyorsun, ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemiyorsun, boğazına değil yumruk; taş oturuyor…’Hayat çok boş, hiçbir şeyi gereğinden fazla önemsememek lazım, sadece sevdiklerinle, çok istediğin şeyleri yapmalısın’ diyorsun..

Gün yine dönüyor ve ‘anı yaşa’ felsefesi ister istemez yerini sabahın köründe kalkmaya; sivil hayatta belki hiç aynı çatı altında olmayacağın insanlarla gününün yarısını geçirmeye, incir çekirdeğini doldurmayacak olaylara sinirlenmeye/üzülmeye bırakıyor. Bazen bir şeyleri değiştirmek istiyor insan; ama o gücü kendinde bulamıyor..’Çok istersen olur’ derler ya; demek ki yarım yamalak isteyince ya da neyi istediğini tam olarak bilmeyince böyle çelişkiler yaşanabiliyor diyorsun, koşturmaya, gülmeye,hislenmeye,üzülmeye devam ediyorsun…

Yazıyı Shakespeare’in bir şiiriyle bitiriyorum, zaten yeteri kadar manidar ve manalı olduğundan, benim fazladan yorum yapmama gerek yok:)

Bazen

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…

                                William Shakespeare

 

 

Yorum bırakın

Filed under Gündem Dışı, içimden geldiği gibi

Şen Olasın İstanbul Şehri

Aslında aklımda gündemle ilgili yazılar var, sabah sabah okuduğum gazeteden içime işleyen, sinirimi bozan ve isyan bayraklarını açmama vesile olacak türde irili ufaklı haberler..Siyasete (ulusalına da (!), uluslararasına da) ve politikaya zaten zerre itimadım yok da, sanırım artık kimseye güvenmemek gerekiyor, devir öyle bir devir.

Lakin blogun düsturunu bozmayacağım ve başka bir konudan dem vuracağım. Umarım okurken içiniz açılır da bulunduğunuz yerden çıkıp deniz kenarında çay içesiniz gelirJ

Yaşım büyüdükçe, keşfettiğim yerlerin sayısı arttıkça İstanbul’a olan hayranlığım gün geçtikçe fazlalaşıyor.

Burada yaşayan biri; illa ki zevkine uygun bir mecra bulur; mesela tarihi yarımadayı, şehrin eski sokaklarını arşınlarken geçmiş yüzyıllara uzanır, etkinlikler arası mekik dokuyarak konsere, filme, sergiye (kısacası sanata) doyar, belki sadece deniz kenarında yürüyüp vapurları seyreder ya da yüzlerce yiyecek-içecek alternatifinden birini seçerek eşiyle dostuyla vakit geçirir..

Tamam; şarkıda geçen “Bu şehir insana tuzak kuruyor, bu şehir insanı uzak kılıyor, bu şehir insanı hayli yoruyor, bu şehir insanı hep kandırıyor” dizelerini inkar etmiyorum, İstanbul’un insanı ‘hayli yorup yıprattığı’ bir gerçek..Ama gülü seven dikenine katlanıyor işte.

Bu ara o kadar fazla şenlik, festival, karnaval (!) var ki ortalıkta, insan ne seçeceğini şaşırıyor, mutlu oluyor, neşe doluyorJ

Bahsetmek istediğim 2 şenlikten birincisi, bu sene beşincisini idrak ettiğimiz Bebek Şenliği..Parka yayılmaca, müzik, temiz hava-bol gıda, kıpır kıpır olmaca..ne ararsanız var.

Kübalı bir müzik grubu olan Acuba’yı parkın dışından dinledim, ardından bir DJ eşliğinde sirtaki ve tango müzikleri ile canlandık..En son Reggae grubu Sattas’ı da dinleyip, rahatlamış bir halde şenlik alanından ayrıldık..

Şenliğin son gününde benim pek sevdiğim Balkan müziği yapan Kolektif İstanbul sahne alıyordu, gidemedim.

Tam da bu noktada güzel bir tesadüf oluyor; Bebek Şenliği’nden iki gün sonra Kolektif İstanbul, şahane Galata Kulesi’nin dibinde müzik ziyafeti çekiyorJ

Tepemde tüm göz alıcılığıyla kule; yanımda çok sevdiğim arkadaşlarım ve sahnede tabiri caizse ‘ölüyü dirilten’ bir müzik.. Saksafon, gayda, akordeon, klarnet, davul ve vokal bir araya gelirse ne olur? Senfonik ve kıpır kıpır müzik sebebiyle kule dibindeki kafenin garsonu ve aşçısı; kafasında şef şapkasıyla birlikte işi gücü, servisi bırakır, kendini ritmin hareketliliğine bırakır..E sonra biz ne yaparız? Bu kadar samimi dans eden bir adamın karşısında kurtlarımızı dökeriz, hatta adam –muhtemelen aklı müzik ve dansta kalarak– servisine dönünce, kafenin önünden geçerken alkışlayarak kendisini selamlarızJ

 

Yaz döneminde iyice artan konser, uluslararası film-tiyatro gösterimleri, sergi ve şenlik aktivitelerine ucundan kıyısından bulaşmanızı ve ruhunuzu sanata doyurmanızı öneririm, iyi geliyor 🙂

2 Yorum

Filed under Asmalımescit-Beyoğlu, Kültür-Sanat

Maslow Piramidi

1943 yılında, Amerikalı psikolog Abraham Malow’un çalışmasında dile gelen İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi’ni duymuş muydunuz?
İnsanoğlunun hayatını sürdürürken karşılaştığı gereksinimler ve ihtiyaçları arasında hiyerarşik bir düzen olduğunu; ancak belli bir refah seviyesinden sonra daha yukarı basamaktaki isteklere yöneleceğini anlatan bir kuram bu..

Buradaki kaynaktan aldığım bilgiler yardımıyla; biraz daha açıklayıcı ve basit bir üslupla yazmaya çalışayım;

1. Fiziksel İhtiyaçlar : Gıda, barınma gibi temel gereksinimler
2. Güvenlik İhtiyaçları: Emniyet ve güven duygusu içinde, tehlikelerden uzak hissetmek
3. Ait Olma ve Sevgi İhtiyaçları: İnsanlarla ilişki kurmak, kabul görmek, yakın dostluklar
4. Değer İhtiyaçları: Başarılı olmak, benimsenmek, prestij sahibi olmak
5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyaçları : İnsanın hayattaki hedefine ulaşması, içindeki potansiyeli ortaya çıkarması, kişisel tatmin, kişisel başarı

Yani basitçe şöyle bir sonuca varabiliriz; insanlar kafalarını sokacak bir ev ve karınlarını doyuracak yiyecek bulduktan sonra ‘emniyet’ arayışına girerler, tehlikeli mecralardan kaçınırlar.. Bunu sağlamalarının ardından birilerinin kendilerini çok sevmelerini isterler, toplumda kabul görmek, bir yerlere ait olmak (okul, dernek, spor klübü vs.) insanlarla iletişim halinde olmayı arzularlar.
Bütün bunların kafamda dolaşmasına sebep; mezunu olduğum lisenin dün gerçekleşen ‘aşure günü’ idi.. 8 senemi geçirdiğim ve listenin 3. maddesindeki ‘aidiyet’ ihtiyacımı fazlasıyla tatmin etmiş; hayatımın mihenk taşlarından biri olan bu kurumdan –her seferinde olduğu gibi– dün de fazlasıyla manevi enerji depolamış olarak ayrıldım..

Aynı çatı altında büyümüş ve benzer duygularla yoğrulmuş-yontulmuş insanlar arasında sanki görünmez bir bağ oluşuyor, yıllardır hiç görüşmemiş olsan bile; bahçedeki tribünün yanında karşılıklı dikilirken, sanki dün görüşmüş gibi rahat ve maskesiz olabiliyorsun. [ Bu duyguyu seviyorum ve eksikliğini hissetmek istemiyorum J ]

Bir de diğer tarafından bakalım; kimse bir kuruma, insana, okula ya da şirkete ait değildir, sadece bireyselliğini yaşarken ve egolarını tatmin ederken geçtiği yollarda kendine bazı mekanlar, yuvalar, insanlar edinir, onları sever, hatta çok sever, bağlanır, hayatını paylaşır, fedakarlık yapar, yardım eder.. Aile kavramını konunun dışında tutuyorum, çünkü aile gelip geçici bir kavram ya da mekan değildir bence..Kimisi aidiyet hissini okulunda veya hobisini tatmin ettiği dernekte yaşarken, bir başkası tuttuğu futbol takımı üzerinden kendine ‘yoldaş’lar ediniyor…

İnsanoğlunun zaman zaman bu duyguya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum ve düşüncelerimi bir sonuca bağlamadan yazımı noktalıyorum.

 

2 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi