Monthly Archives: Mart 2015

Her Şeyin Teorisi

Evrenin, insanlığın bilinmezlerini çözmeye hayatını adayan Stephen Hawking’in yaşam öyküsünü izledikten sonra en bariz düşüncem şuydu: Bu nasıl bir beyin, ne biçim hayat sevgisi, bilim motivasyonu, olgunluk.. Hayatının en keyifli dönemlerinden birinde, baş etmesi en zor hastalıklardan biri olan ALS’ye yakalanan bir insan bu kadar başarılı ve mutlu olabilir mi ? Biz ‘normal’ insanlar neden en ufak aksilikte yılıyoruz, işin devamını getiremiyoruz ? Acaba şükretmeyi ve yeteneklerimizi kullanmayı bilmiyor muyuz ? Yine başladım düşünmeden yazmaya, en iyisi başa sarayım..

Bilim adamı Stephen Hawking’in hayatını anlatan “Her Şeyin Teorisi” filmini izledim geçenlerde. Öncelikle künyeden başlayalım; tabi ki ilk söz Oscar’ı sonuna kadar hakeden Eddie Redmayne’e.. “Acaba Stephen Hawking’in gençlik görüntülerinden derleyip filme mi koydular” dedirtecek derecede vurucu bir oyunculuk.. Gerçekten onu izlediğimizi düşündüm..O kadar ki, Stephen Hawking bile izlerken “zaman zaman kendimi gördüğümü sandım” hissini yaşamış.
theory of everythingYönetmen James Marsh, Hawking’in eşi rolündeki Felicity Jones (Jane Hawking) ve tüm kadroya ayrıca alkış göndermek lazım tabi..Film, Jane Hawking’in kitabından uyarlandığı ve her ikisi de halen hayatta olup filmi izledikleri için, gerçeklik konusunda şüphe duymadan seyredebildim. “Özel hayatına fazlaca girilmiş, bilim macerasına az değinilmiş” diye eleştiriliyor film bazı mecralarda. Oysa ki karısının elinden çıkan bir biyografi için bence bilim konusu gayet dozunda işlenmişti. Özellikle Hawking’in üniversitedeki hocasının ve arkadaşlarının desteğini seyretmek pek keyifliydi.

“Ne akıllı bilim adamısın sen  Stephen Hawking” diye geçiriyorum filmi izlediğimden beri içimden..Ne azimlisin, yerden kalkamadığın, hareket edemediğin halde ne beceriklisin. Her şeyimiz tamken bile onda birini gösteremediğimiz şükür(süzlük) ve sebat(sızlık) yüzüme sert şekilde çarptı seni izledikten sonra, bir şeyler yapmak istedim; üretmek, başarılı olmak, azmetmek, sabretmek…İşte böyle karışık duygulara sevk etti beni “Her Şeyin Teorisi”.. İzlemenizi tavsiye ederim.

PSY-QBu ara psikoloji meselesi pek kurcalıyor kafamı. Okuduğum bir kitap var: “PSY-Q Psikolojik Zekanızla Tanışmaya Hazır mısınız”, daha doğrusu okumaya çalıştığım..Biraz yorucu; insan psikolojileri üzerine yapılan çarpıcı deneyler eşliğinde okuyucunun psikolojik zekasını ölçmeye çalışıyor yazar Ben Ambridge interaktif bir şekilde. Deneyler eşliğinde, insanoğlunun kimi zaman ne kadar zalim, gaddar olduğunu, şiddete, gerilime ne derece meyilli olabileceğini anlatıyor..Zaman zaman ürkütücü, ama denemeye değer.

Galiba psikolojik olarak çözümlenmeye ihtiyacım var bu aralar. Değişik ruh halleri içindeyim, bahardan mıdır acaba ? Aklımdan bir sürü düşünce geçiyor, fakat o kadar ki, sıralayıp düşünmeye bile üşeniyorum. Dünyada – ülkede olup biten, canımı sıkan şeyleri, kötülükleri değiştirmek için bir şeyler yapayım diyorum, hangisinden başlayacağımı, neresinden tutacağımı bilemeyip, rafa kaldırıyorum. Kendi hayatımla ilgili önemli bazı kararlar alayım diyorum..Yok…O da olmuyor. Sanırım kendimi hala 17 yaşında sanıyorum (reşit bile değil:)  Plan yapmak istemiyorum. Yaptığım planlara sadık kalmak istemiyorum. Değiştirmek istediklerim için güç toparlayayım istiyorum, üşeniyorum. “Daha çok var, düşünürüz” diyorum, erteliyorum. Bir bakıyorum sular seller gibi geçiyor vakit. Böyle yazılar yazıp melankolinin dibine vurmayayım diyorum, fakat bundan daha iyi bir terapi de bilmiyorum. ‘Kimsenin görmeyeceği, okumayacağı sayfalar dolusu yazı yazsam, kurtlarımı döksem’ diye geçiriyorum içimden, vazgeçiyorum. Hem kimse okumayacaksa neden yazayım ki ? Kafamdan geçiririm, olur biter..Bazen hatalarımı, kusurlarımı, garipliklerimi seviyorum herkesin kendini sevdiği (ya da sevmesi gerektiği) gibi…

Bazen de “en doğru” olmak için haybeye uğraşıyorum, mümkün olmadığını bile bile.

Genelgeçer duygu ölçeğine göre ‘önemli’ sayılacak bir olay karşısında “aman ne olacak, ölüm yok ya ucunda” diyebiliyorken zaman zaman, zerre önemi olmayan bir durum için üzülebiliyorum gereksiz yere.

Hiçbir yere bağlamadan bitiriyorum bu  bayık, lirik ve didaktik yazımı 🙂 İyi seyirler, bol psikanalizler.

 

Sen bakma bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma, ben çok gülerim. Ve gülerken hiç kimse yalan olduğunu anlayamaz.

                                                                                                                                                                                                                Cemal Süreya

 

 

2 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi, Kültür-Sanat