Monthly Archives: Ekim 2010

Ye (kilo al), Dua Et (ferahla), Sev (ayvayı ye)

Modern (!) çağın olmazsa olmaz ihtiyacı ‘her şeyi bırakıp gitme’ harekatını konu edinmiş son film; aynı adlı kitaptan uyarlanan ‘Ye, Dua Et, Sev’i izlemek nasip oldu geçenlerde.

Julia Roberts senelerdir pek sevdiğim,  izlemekten keyif aldığım, kulaklarına varan gülüşünü beğendiğim karizmatik bir aktristir benim için, Javier (Ángel Encinas) Bardem kişisi ise son yıllarda keşfettiğim, ısındığım bir figür.

İzlemeden önce bu ikilinin uyumsuzluğuna ve aralarında elektrik olmadığına dair yergiler vardı kulağımda, ayrıca filmin uzunluğundan, sıkıcılığından, kitabı okunduktan sonra –her kitap uyarlamasında olduğu gibi– çekilmediğinden bahsediliyordu; dolayısıyla beklentimi düşük tutup oturdum koltuğa..

Baş karakterimiz Liz, New York’ta evli, mutsuz ve çocuksuz yaşam sürmekte olan bir yazar; kocasını seviyor ama ne istediğini, hayatı nasıl yaşamayı beklediğini o da tam olarak bilmiyor ve kendini kapana kısılmış hissediyor..Artık hiçbir şeyin kendisini heyecanlandırmadığını, hayata motive olamadığını ve en önemlisi evli kalmak istemediğini idrak edip evini barkını terk eyliyor..

Moraller bozuk, depresyon kapıda; ver elini İtalya;  gelsin şaraplar, pizzalar, dondurmalar, gitsin yakışıklılar, uzun masalar, kahkahalar…Kısa sürede edinilen arkadaşlar, Akdeniz insanının sıcaklığına yapılan vurgu, jest ve mimiklerini abartarak kullanan, hayattan keyif almayı bildiklerinin altını çizen İtalyanlar, tarihi sokaklar ve nihayet bunalımdan çıkış..

İtalya’daki keyifli ve hareketli günlerin ardından tamamen tezat görüntüler ve yaşamlar eşliğinde Hindistan’da kendini bulma çabaları başlıyor..Burada insanların kendini bulma tarzı çok farklı, Liz de bu hayata uyum sağlamaya çalışıyor..Ayinler, sessizlik yemini edip haftalarca konuşmayanlar, dualar, ve otantik düğünler eşliğinde birkaç ay geçiriyor, kendince huzura eriyor.

Yolculukları sırasında Liz bir dolu farklı insanla ve hikayeyle tanışıyor, hepsinden de bir şeyler öğreniyor..Ama en önemlisi, şüphesiz daha önceki bir Bali seyahatinde tanışmış olduğu ‘Ketut’ adlı şifacı oluyor..Hayat tecrübelerini, önerilerini yumuşacık anlatımıyla Liz’e aktaran bu sempatik amca (bkz.üst resim) onla öyle iyi dost oluyor ki, filmi izlerken beni imrendiriyor, ‘keşke canım sıkılınca gidebileceğim bir Ketut’um olsa’ diye düşündürüyor:)

Tabi bu kadar hareketin içinde aşk olmazsa olmazdı, Javier Bardem romantik ve sevgi pıtırcığı aşık rolüyle Bali’de Liz’in hayatına dahil oluyor, kendine aşık ediyor, belki de Liz’in huzur arayışına son noktayı koyuyor, gökten 3 elma düşüyor..

Darısı tüm huzur, ferahlık ve hayatlarına mana arayanların başına 🙂

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

Ne yapmalı, nerelere gitmeli, nereden bulmalı?

Hatırı sayılır bir zamandır kafamda olan ve yapmam gereken bir görevimi büyük oranda gerçekleştirmiş bulunuyorum..Aylarca bunun olmasını bekledim, hatta beklerken de; gerçekleşince hayatımda çok fazla değişiklik yaratmayacağını, ama başladığım işi bitirmiş olmanın vereceği o muhteşem hazzı düşündüm..

Sürecin halen içinde olmam hasebiyle,  o hazzın farkında olamadığımdan bu mevzuyu şimdilik es geçiyorum ve konudan konuya atlıyorum.

Biraz bayat olacak ama, yazmak için anca fırsat bulduğum için önce Akbank Caz Festivali kapsamında izlediğim “The Sun Ra Arkestra”dan başlayayım.. Saksafon, trompet, trombon, piyano, elektrogitar, perküsyon, bas ve davuldan mütevellit kalabalık ve neşeli bir grup olan Sun Ra Arkestra’yı izlerken yaşımdan başımdan utandım, zira şef (aynı zamanda saksafon ve flüt çalmakta) 86 yaşında olmasına rağmen,  oradan oraya koşturup danslar eden Marshall Allen adında cici bir amca..Grubun geri kalanı da hayli ileri yaşlarda, ama perküsyoncu ağabey şarkının ortasında sahnenin önüne gelip akrobatik hareketlerle bir dans etti ki, aklım şaştı vallahi..

Daha taze bir etkinliğe yelken açalım ve Filmekimi’nden bahsedelim. Biletler satışa çıkar çıkmaz tükendiği için henüz bir program yapamadım, ama vaktimin uyduğu ilk filme gidip kapıdan bilet bulmaya çalışmak gibi bir hayalim var şu an.

Festivalin en dikkat çeken filmlerinden biri; aralarında Fatih Akın’ın da bulunduğu 11 yönetmenli bir seyirlik.. Andy Garcia, Ethan Hawke, Natalie Portman, Orlando Bloom ve Bradley Cooper gibi seyredilesi oyuncularla donanmış olmasının yanısıra, benim için en ilgi çekici tarafı; favori aktörlerimden Uğur Yücel’in de oyuncu kadrosunda yer alması..Filmi festivalden önce izlemiş ve beğenmiştim, ama yine de Paris I Love You’nun tadı da hikayeleri de bir başkaydı sanki..

Sofia Coppola’nın yönettiği “Başka Bir Yerde” , Juliette Binoche’un başrol oynadığı “Aslı Gibidir” , Tayland-İngiltere-Fransa-Almanya-İspanya ortak yapımı “Amcam Önceki Hayatlarını Anlatıyor” , Balthasar Kormákur’un yönetmenliğini yaptığı “Nefes Nefeseve Sophie Marceau’nun boy gösterdiği “Aşka Fırsat Ver “ izlemeyi isteyeceğim filmler arasında..

Bu güzel ekim ayı aktiviteleri dışında, pastırma yazını kaçırmamalı, sahilde yürüyüş yaparken iyot kokusunu akciğerlere doldurmalı,  Beylerbeyi’nin ya da Arnavutköy’ün salaş balıkçılarına uğranmalı, arabaların geçmediği ara sokaklara atılmış masalarda eş-dostla sohbet edilmeli, uzun lafın kısası, “son 1000 yılın en korkunç kışı” gelmeden bahar günlerinin tadı çıkarılmalı.

2 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi, Kültür-Sanat