Monthly Archives: Mart 2010

Başkent Ankara’da son durum

Ankara bugüne kadar biraz haksızlık ettiğim ve kafamda ‘en güzel yanı İstanbul’a dönüş yolu’ imajı ile varolmuş bir şehirdi.. Küçükken bir düğün için gitmişliğim, o esnada Anıtkabir’i ziyaret etmişliğim vardı sadece, bir de üniversiteyi orada okuyan arkadaşlarımdan duyduğum çoğu negatif izlenimler..

Geçen hafta sonu 2 günlük kısa seyahatimden –tabi bir şehri turist olarak gezmenin verdiği etkiyle– memnun bir halde şehirden ayrılınca, izlenimlerimi yazmak istedim.

Bir İstanbullu gözüyle bakınca şehir bende büyük bir açık hava müzesi geziyormuşum hissi uyandırdı; bakanlıklar, meclis, TSK, gençlik parkı, Atatürk Orman Çiftliği, parti binaları, BDDK, Türk Dil Kurumu..Tüm bunları yerinde görmek enteresandı, amma ve lakin; İstanbul gibi insanın kendini

 kaybedebileceği kaotik bir şehirden sonra; Ankara’nın garip mimarisi, çoraklığı ve düzeni bana maket bir şehirde dolaştığımı hisettirdi zaman zaman..Tabii bunda kaldığım yer şehrin dışı tabir ettikleri bir semtte olmasının da etkisi olabilir..

Emektar Tunalı Hilmi caddesi,üniversite kampüsleri, popüler mekanlarla dolu Arjantin ve Park caddeleri, gençlik parkı, müzeler, opera binası, her ihtiyacı karşılayacak büyük alışveriş merkezleri..Hepsi iyi hoş fakat nedenini çözemediğim bir hal var, sanki genel bir ruhsuzluk, duygusuzluk hakim; insan kendini tam olarak kaptırıp şehrin akışına bırakamıyor..

Bakanlıkların arasında ilerlerken bürokrasiyi, ağırlığı hissetmemenize imkan yok, en cıvıl cıvıl, en hareketli yerinde bile tam anlamıyla havaya girilemiyor sanki.. Böyle hissetmemin sebebi ne; deniz eksikliği mi, yüzölçümüne oranla nüfusun azlığı mı, çok kısa süreliğine orada bulunmam mı; hiç bilemiyorum.. Belki de orada yaşasaydım ve İstanbul’a gelseydim bu yazı tam tersine dönecek ve ‘düzenin, sakinliğin gözünü seveyim’ diye bitecekti, kimbilir..

Ziyaretlerine gittiğimiz/pek sevdiğim dostlarımız bizi şahane ağırladıkları için bu seyahati mutlu geçirmeme gibi bir şansım yoktu aslında; zaten epi topu 2,5 gün kaldım, e dolayısıyla çok da objektif yorumlayamayabilirim..

Ama her ne kadar birçok özelliğinden şikayet de etsem İstanbul’un, o kadar alışmışım ve bağlanmışım ki; sanırım başka bir yerde  –belli bir süreden fazla– yaşamak zorunda kalırsam bir gün, epey zorlanırım gibime geliyor..

Yorum bırakın

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?, içimden geldiği gibi

Behlül Kaçar, Ezel Kovalar

Siz de dizi çılgınlığına kendini kaptıran çoğunluktan mısınız? Hafta arası gecelerinde işten güçten bitmiş halde eve dönüp televizyon karşısında ayak uzatarak ekrandaki olaylara konsantre olup, karakterlerin dertlerini kendi sorununuzmuşçasına sahiplenmekte misiniz? O zaman buyrun yazıya 🙂

Türk ya da yabancı dizi fark etmez, insanların yadsınamayacak bir kısmı akşamları evlerinden çıkmayıp kendini televizyonun karşısına mıhlıyor ve yatana kadar da oradan kalkmıyor. Çünkü gün içindeki stresi, gerginliği daha iyi alan, üstelik bunun için hiçbir çaba sarf etmeyi gerektirmeyen tek araç televizyon.

Bu konuda yorumlar çok çeşitli; kimi “ne anlıyorsunuz bu aptal kutusundan, yapacak başka işiniz yok mu” derken, bir kısmı da Türk dizilerine düşman; “2 saatlik dizinin yarım saati bakışmalarla geçiyor” diyor..

Bu furyanın geçmişi de mevcut tabii, ama o vakitte dizi piyasasının bu kadar civcivli olmadığı kesin..Ben ilk okul 5’teyken Süper Baba vardı misal, cuma akşamlarını şenlendiren..Şu an yine yayınlansa birçok kişiyi kendisine bağlayabilecek güçte olan yılların Perihan Abla’sı, Bizimkiler‘i.. Ve sonra Asmalı Konak’la başlayan, halen de devam eden bir enteresan dönem..

Dizi sektörü sadece oyuncuların yer aldığı bir alan değil, bu işten ekmek yiyen binlerce insan var; hatta o piyasadaki herkesin dem vurduğu bir konudur “set işçilerinin insanlık dışı şartlarda çalıştıkları ve buna bir dur demenin gerekliliği” ..

Müziklerinin bile son yıllarda ayrıca önem kazandığı, her karakter ve olay döngüsüne ait belli melodilerin olduğu, yüzlerce insanın bir sahne için sabaha kadar uğraştığı, kullanılan repliklerin ağızlardan düşmediği ve bazılarının olayı abartıp, dizide ölen biri için cenaze ilanı verebilecek kadar kendini özdeşleştirdiği karakterlerin yaratıldığı bir sektör bu..

Bazılarının teorileri ise “dizilerle insanları uyutup memleketi soyuyorlar, millet de Behlül’le Bihter’in sevişmesinin derdine düşüyor” şeklinde oluyor… Yani Aşk-ı Memnu var diye mi o insanlar memleketi kurtaramıyor ya da yapılması gereken çok önemli işlerini erteliyorlar?

Tabi ki işi fanatizm boyutuna getirenleri veya Kurtlar’a özenip birilerine bıçak çekmeyi marifet sayanları kastetmiyorum, ama keyif aracı olduğu sürece bu seyirliklerin kafayı boşaltmak için kullanılmasında da bir beis göremiyorum:)

Yorum bırakın

Filed under Gündem Dışı, içimden geldiği gibi

Evlilik Aşkı Öldürmezse, Süründürür mü?

Benim jenerasyonumun yaşı ufak ufak kemale erdiğinden midir nedir, etrafımda bir evlilik, nişan, beyaz eşya sözcükleri dolanıp duruyor..Arkadaşlarımın nişanında, bekarlığa veda kutlamasında hayatlarının dönüm noktasının heyecanına ortak olmaktan mutluluk duyarken, konuya ilgili sorular bana yöneltilince kekelemeye başlıyorum..

Hani iş yerlerinde bazen ‘yazılı olmayan kurallar’dan bahsedilir ya; aynı durum ömr-ü hayatımız için de geçerli ..Önce okumak, ortalama bir eğitim almak şart, sonra bir baltaya sap olmak, biraz hayatı öğrenip para kazanmak, erkeksen askere gitmek, hatunsan ekonomik özgürlüğünü elde etmek geliyor sırayla..

Eğer insan bu saydıklarımı tamamlamış, hafiften de 30’lu yaşlara meyletmişse; sıra ufak ufak evliliğe ve hatta çoluk-çocuğa karışmaya geliyor..

Yaşıtlarımın bir bir sözlendiği, ev düzdüğü, nikah için gün aldığı son 1-2 sene içinde; “evlilikle ilgili ne düşünüyorsun” evsafında sorularla ben de muhattap oldum, ama hiçbir zaman net cevap veremedim..

İnsanın, bir adamı/hatunu içine tamamen sindirip, uzun yıllar yan yana olmak üzere söz vermesi, artık tek beyinle düşünemeyecek olması ve sorumluluklarının ikiye,üçe katlanması ilk bakışta ürkütücü görünse de; birlikte yaşamaktan keyif aldığın insanla mutlu-mesut bir hayatı paylaşmak, aile kurmak, hayatın anlamını arttırır gibi geliyor..

Bekarlık vezirlik mi, rezillik mi” bocalaması yüzyıllardır cevabı bulunamamış bir paradoks gibi duruyor, 10 senelik evli bir çift bekarlık günlerine özenirken, 35 yaşında hala hayatının kadınını bulamamış, kendi ütüsünü yapan depresif adam evli arkadaşlarına imreniyor..

Biriyle evlenmeye karar vermek; onu her haltıyla kabullenmek anlamına geliyor biraz da; eğer seviyorsam, uyurken ses çıkarmasını, klozetin kapağını indirmemesini ya da her yere geç kalmasını göz ardı edebilmeliyim, tabi aynı toleransı karşımdakinin de bana göstermesini beklerim.. Zaten özgürlüğüne alışmış insanı korkutan da bunlar herhalde;  birine bağlı olmak, onun sevmediğin özelliklerini kabul etmek, evin/eşinin sorumluluğunu almak vs.

Konuyu evlilikle ilgili bir özlü sözle kapatıyorum:

Evliliğinizi iyi götürmek istiyorsanız : 1- hatalı olduğunuzda itiraf edin

                                                                             2- haklı olduğunuzda susmayı bilin

🙂

3 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi

Eyvah ki ne Eyvah !

Çocukluğumun pek çok yazını geçirdiğim Çanakkale’yi, oranın ahalisini, civarını, doğasını ve eğlencesini pek severim,  hala da fırsat buldukça oradaki pek sevdiğimiz, aileden saydığımız ahbaplarımızı ziyaret ederiz..

Hal böyle olunca;Hakan Algül’ün yönettiği,Ata Demirer’in senaryosunu yazıp başrolünü oynadığı, Demet Akbağ’ın da muhteşem bir tiplemeyle kendisine eşlik ettiği, buram buram Çanakkale, klarnet, rakı ve içtenlik kokan “Eyvah Eyvah” filmini izlerken pek hislendim, hem eğlendim, hem içlendim..

Ata Demirer o kadar doğal oynamış ki; gerçekten Hüseyin Badem adlı bir vatandaşımızın var olduğuna inanmamamız için hiçbir sebep yok..Senaryoyu da kendi yazdığı için filmi istediği gibi yoğurmuş, müziği de bütün olayların tam göbeğine yerleştirmiş..

Demet Akbağ’ın yarattığı karakter tam karikatürize bir tip; daha önce de yazılıp çizildiği gibi hakikaten Seda Sayan’a benziyor.. Tabii sadece başroller değil, karakter oyuncuları da çok ince işlenmiş, örneğin Salih Kalyon’un performansı inanılmaz..İnandırıcılık ve detaylara özen filmin genelinde göze çarpıyor; çay bardağında rakı, tenekelerdeki çiçekler, ninenin koynundan çıkan anahtarla sandığı açması, dedenin paragözlüğü, düğündeki müzisyenle kızın kesişmesi..

Yazılar yazarken “Aaa bitti mi” şeklinde istemsiz çıkan tepkimden anlaşılabileceği üzre; seyrederken sıkılmak bir yana dursun, galiba doyamadım.. Muhtemelen birçok insan benim gibi reaksiyon göstermiş olacak ki; Ata Demirer filmin ikincisinin de çekileceğini beyan etmek durumunda hissetti kendini..Umarım devam filminde de aynı kadro, seyirciye kahkaha attırıp, arada sırada inceden hüzünlendirmeye devam eder..

Filmin fragmanı için buradan yakın..

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat