Ankara bugüne kadar biraz haksızlık ettiğim ve kafamda ‘en güzel yanı İstanbul’a dönüş yolu’ imajı ile varolmuş bir şehirdi.. Küçükken bir düğün için gitmişliğim, o esnada Anıtkabir’i ziyaret etmişliğim vardı sadece, bir de üniversiteyi orada okuyan arkadaşlarımdan duyduğum çoğu negatif izlenimler..
Geçen hafta sonu 2 günlük kısa seyahatimden –tabi bir şehri turist olarak gezmenin verdiği etkiyle– memnun bir halde şehirden ayrılınca, izlenimlerimi yazmak istedim.
Bir İstanbullu gözüyle bakınca şehir bende büyük bir açık hava müzesi geziyormuşum hissi uyandırdı; bakanlıklar, meclis, TSK, gençlik parkı, Atatürk Orman Çiftliği, parti binaları, BDDK, Türk Dil Kurumu..Tüm bunları yerinde görmek enteresandı, amma ve lakin; İstanbul gibi insanın kendini
kaybedebileceği kaotik bir şehirden sonra; Ankara’nın garip mimarisi, çoraklığı ve düzeni bana maket bir şehirde dolaştığımı hisettirdi zaman zaman..Tabii bunda kaldığım yer şehrin dışı tabir ettikleri bir semtte olmasının da etkisi olabilir..
Emektar Tunalı Hilmi caddesi,üniversite kampüsleri, popüler mekanlarla dolu Arjantin ve Park caddeleri, gençlik parkı, müzeler, opera binası, her ihtiyacı karşılayacak büyük alışveriş merkezleri..Hepsi iyi hoş fakat nedenini çözemediğim bir hal var, sanki genel bir ruhsuzluk, duygusuzluk hakim; insan kendini tam olarak kaptırıp şehrin akışına bırakamıyor..
Bakanlıkların arasında ilerlerken bürokrasiyi, ağırlığı hissetmemenize imkan yok, en cıvıl cıvıl, en hareketli yerinde bile tam anlamıyla havaya girilemiyor sanki.. Böyle hissetmemin sebebi ne; deniz eksikliği mi, yüzölçümüne oranla nüfusun azlığı mı, çok kısa süreliğine orada bulunmam mı; hiç bilemiyorum.. Belki de orada yaşasaydım ve İstanbul’a gelseydim bu yazı tam tersine dönecek ve ‘düzenin, sakinliğin gözünü seveyim’ diye bitecekti, kimbilir..
Ziyaretlerine gittiğimiz/pek sevdiğim dostlarımız bizi şahane ağırladıkları için bu seyahati mutlu geçirmeme gibi bir şansım yoktu aslında; zaten epi topu 2,5 gün kaldım, e dolayısıyla çok da objektif yorumlayamayabilirim..
Ama her ne kadar birçok özelliğinden şikayet de etsem İstanbul’un, o kadar alışmışım ve bağlanmışım ki; sanırım başka bir yerde –belli bir süreden fazla– yaşamak zorunda kalırsam bir gün, epey zorlanırım gibime geliyor..