Monthly Archives: Nisan 2010

Karışık Mevzular

Aslında yazarken genelde hep bir konuya odaklanıyorum, filmse film, tiyatroysa tiyatro.. [duyan da 26 yıldır köşe yazarlığı yapıyorum zannedecek:)]..Ama bu sefer ortaya karışık, biraz ondan-biraz bundan havasında bir şeyler çiziktiresim var, düşündüğüm hızla tuşlara basmaya başlıyorum..

Gazete benim için her zaman büyük keyif olmuştur, ama bazen kendimi tutamıyorum, resmen kağıt parçalarıyla kavga ediyorum okurken..Siirt’teki rezaletin detaylarını hem öğrenmek istiyorum, hem de midem bulanıyor, sayıyorum, sövüyorum, kanım donuyor. Herkesin cezasını fazlasıyla çekmesini dilemekten başka bir halt gelmiyor elimden.

Sonra daralan içimi ferahlatmak için güzel havada biraz yürüyorum, bahar dallarını kokluyorum, erguvanlarla gözümü-gönlümü açıyorum..Film seyretmeye karar veriyorum, eve gelip Vavien’in karşısına kuruluyorum.

Vizyondayken kaçırdığım, merak ettiğim bu filmin başrolleri Engin Günaydın (aynı zamanda senarist) , Binnur Kaya (şahane) ve Settar Tanrıöğen’e (usta) ait, yönetmenlerse Yağmur Taylan-Durul Taylan biraderler..Kara mizah-dram kategorisine sokulabilecek filmdeki tüm oyuncular kalburüstü, çekimler ve kurgu güzel, metaforlar yerinde.. Ancak o anki halet-i ruhiyemden midir, filmin karanlık atmosferinden midir bilmem, içime bir burgu sokuldu filmi izlerken..

Değinmek istediğim diğer bir mevzu ise ‘Riva’  kaçamağım..23 Nisan tatilini ve neşe dolmamızı fırsat bildik, doğayla bütünleşmek, bir yandan da balık yemek için soluğu Riva’da aldık..Ulaşım gayet basit, arabanız varsa Kavacık çıkışından itibaren ‘Riva’ tabelalarını takip ediyorsunuz, yeşillikli, huzur veren bir yol eşliğinde 15 dakika sonra meydana varıyorsunuz..Yoksa şayet, Beykoz’dan otobüse veya minibüse biniyorsunuz..

Köyün içine doğru yaptığımız kısa yürüyüşün ardından Eşek Adası’nı da içine alan bu enfes manzarayla karşılaştık..Yaz sezonunda plajların (halk plajı da var ücretli olan da)dolup taşmasına şaşmamak lazım, İstanbul’a bu kadar yakın ve yüzülebilen böylesine engin deniz+orman ikilisi görmedim ben başka..

‘Nefes alma yerleri’ içinde tercih edilebilecek mekanlardan biri burası, denize girmeseniz de manzara eşliğinde yer-içersiniz, ineklerin arasında yürürsünüz, temiz hava alıp şehrinize geri dönersiniz:)

Ayrıca; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu ve de Mutlu Ola !

7 Yorum

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?, içimden geldiği gibi, Kültür-Sanat

Konuşmadan Aşk Olur mu?

Blogumun ilk aylarına şöyle bir bakıyorum, hafızamda biriktirdiğim irili-ufaklı seyahatler, konserler, sergiler ve gittiğim yeni yerlere dair bir dolu yazı var..Son zamanlarda hem seyrek yazışımdan hem de genellikle film anlatışımdan da idrak edilebildiği gibi; birkaç aydır yeni keşiflere pek vakit ayıramamışım..Bu aralar kafamı en iyi boşaltabildiğim mecranın sinema olduğunu farkettim, ve hafta sonu kendime bir güzellik daha yapıp, zamanında izleyemediğim “Başka Dilde Aşk” filmine gittim.

Film “Hiç konuşmadan anlaşılabilir mi” temasından yola çıkarak; doğuştan sağır-dilsiz Onur (Mert Fırat) ile, çağrı merkezinde çalışan ve tüm günü insanlarla konuşarak geçen Zeynep’in (Saadet Işıl Aksoy) ironik, romantik ve samimi aşkından dem vuruyor.

İlk sahne; barda kutlanan bir doğum günü partisi, müzik, dans, içki havada uçuşuyor, Zeynep Onur’un sağır olduğunu fark etmiyor, gürültülü müziğin de etkisiyle sessiz bir iletişim kuruyorlar ve birbirlerinden etkileniyorlar.. Gecenin sonunda Onur’un işitme engelli olduğunu öğrenen hatunun “aradığım adamı buldum” diye bağırarak kucağına zıplamasıyla dokunaklı bir aşk hikayesi de başlamış oluyor..

Filmi Beyoğlu’ndaki kült Yeşilçam Sineması’nda izlemenin ayrı bir etkisi olduğunu kabul etmeliyim sanırım, duvarlarında asılı eski film posterleri, koçandan çıkarılmış gibi duran ve koltuk numarası olmayan biletleri, ufacık salonun dışında çay içerken sinema makinistinin “çayınızı içerde içebilirsiniz” deyip biz girmeden filmi başlatmaması o salonda 3-5 film daha izleyesimi getirdiJ

Oyunculukların doğallığı ve gerçekçiliği etkileyiciydi, ilk sahneden itibaren filmin beni içine çektiğini ve hiçbir sahnede yabancılaştırmadığını söyleyebilirim..Onur’un Zeynep’le kavga ederken çileden çıktığı anlar, annesi rolündeki Lale Mansur’la karşılıklı oynadığı sahneler, üst komşularının travması ve sevgililerin aralarındaki telepatik ilişki beni duygulandıran detaylardı..

Zeynep’in duyduğu aşka karşı çıkanlar da oluyor elbet, hem de karşısındakinin engelli oluşunu eğlence konusu yaparak ya da bunun utanılacak bir şey olduğunu düşünüp Onur’u hakir görerek.. Böyle durumlarda hep şunu düşünmüşümdür : Bu insanlar bir gün kendilerinin de engelli olabileceğini, tüm uzuvlarını hayatlarının sonuna kadar sağlıklı kullanamayabileceklerini nasıl düşünmezler? Nasıl kendilerini üstün görürler, bilemiyorum.

Başroldeki Mert Fırat’ın filmin senaristlerinden biri (diğeri İlksen Başarır) olduğunu da ekleyip, bu yazıya noktayı koyayım..

4 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

…Balerin ve Hırsız…

Girizgahsız, pat diye konuya giriyorum; Balerin ve Hırsız için uzun zamandır izlediğim en güzel film dersem sanırım abartmış olmayacağım. Şaheser bir senaryo, eksiksiz kurgu, etkileyici oyunculuklar ve insanın içini buran (ama sömürmeyen) bir dram.

Her festival öncesi içimde kabaran ‘mutlaka en az bir film izlemeliyim’ mantığıyla; hiç araştırmadan sadece günü-saati uygun diye bilet aldığımız bir filmin böylesine muhteşem çıkacağını doğrusu pek ummamıştım..
Mevzu Şili’de, devrim sonrasında cereyan ediyor; hazin geçmişi sebebiyle konuşma yeteneğini kaybetmiş balerin Victoria Ponce’un (Miranda Bodenhöfer) yolu fırlama ve duygusal hırsız Angel Santiago (Abel Ayala) ile kesişiyor..Aralarına ülke çapında tanınan ve hapisten yeni çıkmış karizmatik banka soyguncusu Nicolas Vergara Grey’in de katılmasıyla –ki bu isim İspanyol aksanıyla şahane tınlıyor– konu dallanıp budaklanıyor, trajik ve enteresan bir hal alıyor.
32 kısım tekmili birden denir ya, Balerin ve Hırsız için bu tabir cuk oturuyor; aşkın ve çaresizliğin kelime anlamını, birilerine kavuşmak için adanan ömürleri, aşık olunan kişinin kahvaltıda ne yediğinin bile çok önemli olabileceğini, hatta bu detayın insanı mutluluktan ağlatabileceğini gördüm dersem, muhtemelen filmi izlemiş olanlar ne hissettiğimi anlayacaktır.

 

Balerin ve Hırsız; 2009 yapımı bir İspanyol filmi; zaten melodik ve hareketli İspanyolca bu dokunaklı masalsı seyirliğe öyle bir uyum sağlıyor ki, sormayın.. Filmin dokuz dalda Goya’ya aday gösterildiğine ve 2010 Oscar ödüllerine İspanya’nın adayı olduğuna değinmeden geçmeyeyim..Bu film kesinlikle tarafımdan tavsiyedir, iyi seyiler:)

1. Not : İzlediğim filmleri anlatırken konuya fazla girmemeye özen gösteriyorum, okuyanın ağzına bir parmak bal çalmak olarak da nitelendirebiliriz tabi bunu:) Film hakkında detaylı ve güzel bir yorum okumak isteyenler buradan yaksın..

2. Not: Nicolas Vergera Grey rolündeki Ricardo Darin bana mütemadiyen Jean Reno’nun vurdumduymaz hallerini hatırlattı.

3. Not: Filmin orijinal ismi El Baile de la Victoria olup; Antonio Skarmeta’nın aynı isimli kitabından sinemaya uyarlanmıştır.

8 Yorum

Filed under Kültür-Sanat

Va bene ! Divertente !

Son yarım saattir Nina Zilli’den 50 mila şarkısı içimi neşe dolduran melodisiyle fonda yerini almış durumda; filmin içinde insanı alıp götüren bu şarkıdan kendimi hala koparamamışım herhalde ki, eşlik ettiği sahneler ve İtalya sokaklarında avare avare dolaşma dürtüsü halen içimde duruyor:)

Başa sarıp öyle anlatayım; Ferzan Özpetek’in son seyirliği Mine Vaganti’den bahsediyorum..Filmin konusuna, detaylarına hiç girmeyeceğim; çünkü normal şartlarda hüzünlü ve hatta dramatik kategorisine girebilecek bir film olmasına rağmen; konunun işlenişi, karakterler, müzikler ve şahane sofralar o kadar ferah ki; çıkarken kuş gibi hissediyorsunuz..

Ama aklınızda bazı düşünceler dönüp duruyor; hayatı yaşarken sadece mutlu olmayı mı düşünmeli, bunun için ne yapmalı, sırf mevcut düzeni bozmamak ve birilerini üzmemek için seçimlerden ödün verilmeli mi, ‘hayat kısa, istediğin gibi yaşa’ düsturunu mu benimsemeli gibi sorular beyin kıvrımlarında dolaşıyor.. Ve film bu sorgulatmayı sadece başroller ve ana konu üzerinden değil, yan karakterler kanalıyla da sürdürüyor..İzlemiş olanlar için detay bir örnek; babaannenin geçmişi ve hayata bakışı beni etkileyen noktalardan biri oldu, hele de sonlarına doğru verdiği karar ile içimi burktu..

Filmdeki ailenin bir araya gelip neşe ve patırtı içinde yemek yedikleri, şarap ve kahve içtikleri sahnelerde kendimi kaptırıp orada olmak istedim, fabrikalarındaki makinelerden çıkan çubuk makarnalara dokunmak ve hatunun deli gibi araba kullandığı tarihi sokaklarda dolaşmak da içimden geçenler arasındaydı:) [Benim tatile çıkma vaktim gelip çatmış kesinlikle]

Uzun lafın kısası; bu filmde sıkılmayacağınızı, hatta bayağı keyif alacağınızı, mutlu mesut filmden çıkıp bahar depresifliğinizden az da olsa arınacağınızı garanti edebilirim..ve ettim:)

 Buon DiVeRtiMeNtOoO !!

Not: Filmin sonundaki Sezen Aksu şarkısı o sahneye aciap yakışmış..

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat