Tag Archives: filmekimi

Katil Avı

Yine bir Filmekimi, yine bilet bulunamadığından zoraki seçilen ve sırf saati uyuyor diye gidilen ve fakat oldukça çarpıcı, vurucu, aynı zamanda sinir bozucu bir film; Katil Avı. Bu sene de geleneği bozmadık ve son dakikada yer bulabildiğimiz tek filme bilet alıp şansımızı denedik. Sonuç: Enteresan ve tokat gibi bir konu çerçevesinde ilerleyen Japon menşeili kaydadeğer bir seyirlik.

Takashi Miike’nin yönettiği, orijinal adı Wara No Tate olan ve Kazuhiro Kiuchi’nin eserinden uyarlanan bu film; oldukça etkileyici bir konu olan çocuk tecavüzü ile açılışı yapıyor ve aslında en başından nasıl bir film olacağının sinyalini veriyor. Ruh hastası çocuk tecavüzcüsü Kunihide Kiyomaru’yu canlandıran Tatsuya Fujiwara’yı rol kabiliyetinden ötürü tebrik etmek gerek, zira yolda görseniz parçalamak isteyeceğiniz türden bir karakter yaratmış. Kiyomaru’nun tecavüz ederek öldürdüğü 7 yaşındaki küçük kızın milyarder dedesi; katili öldürene oldukça yüklü bir para vaat eder ve tüm Japonya bu psikopatı öldürmek için seferber olur.

Koruma polisleri Mekari (Takao Ohsawa) ve Shiraiwa (Nanako Matsushima) ile ekibi; bu caniyi sağ salim Tokyo mahkemesine teslim etmekle görevlendirilirler ve bu çok zorlu yolculuk sırasında kendileriyle defalarca çelişirler.. “Milyarlık ödüle konmak isteyen halkın karşısında durarak bir ruh hastasını canlarını pahasına korumalılar mı yoksa bu adamı öldürüp parayı kendileri mi almalı” ikilemi, para için görevini, mesleğini satanlar, dürüstlük timsalleri ve daha neler neler..

Wara No Tate

Bol aksiyon soslu, katilin sapkınlığı ve kötü niyetleri karşısında insanın kanını donduran, hayatta para için her şeyini verenler olduğu gibi; dürüstçe ilkelerine bağlı olanların da bulunduğunu vurgulayan, enteresan bir film Katil Avı.. Zaman zaman “o polisin yerinde olsam bu psikopata yapacağımı bilirdim” dedirten sahneler mevcut. Sözün özü; değişik ve vurucu bir seyirlik arıyorsanız; Katil Avı’nı deneyebilirsiniz.

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Şöhretin Bedeli

Başlıktaki sorunun cevabı birçoğumuz için farklıdır, eminim ki..Ünlü olmak için büyük arzu duyanların varlığı yadsınamaz ancak; küçük ve kapalı dünyasında mutlu olan, kimse tarafından tanınmak istemeyen kişiler de vardır bu dünyada..

İşte Filmekimi’nde sırf yer bulduğum ve zamanı uyduğu için gittiğim, dolayısıyla beklentisizce izlemeye koyulduğum Superstar filmi tam da bu konunun üzerine parmak basıyor ve hiç ummadığım şekilde gözlerimi ekrandan ayırmadığım bir 2 saat geçirmemi sağlıyor.

Gayet sıradan, naif, kendine göre huzurlu bir hayatı olan ve bir geri-dönüşüm fabrikasında çalışan Martin Kazinski; günün birinde işe giderken yaptığı rutin metro yolculuklarından birinde garip bir olayla karşılaşır..Metroda yolculuk eden insanlar durup dururken bu naif adamın ismini söylerler , hatta çığlık çığlığa bağırırlar ve fotoğraflarını çekerler.. Kazinski bu durumdan hiçbir şey anlamaz ve işler giderek çığrından çıkar. Artık bu naif adamcağzın hiçbir özgürlüğü, huzuru kalmadığı gibi; onun üzerinden medya patronları da kendilerine pay çıkarmaya çalışmaktadırlar.

Filmdeki “aniden aşırı ünlü olma durumu” biraz abartılıp karikatürize edilmiş olsa da; günümüzde de bir video ile meşhur olan, her tarafta yazılıp çizilen, akabinde 1 hafta içinde unutulan pek çok karakter mevcut.

Fransa-Belçika ortak yapımı filmin yönetmeni Xavier Giannoli’nin iyi bir iş çıkardığını söylemek gerek sanırım..Teknik, sinematografik ve dramaturjik açıdan eleştiri yapabileceğim bir sinema bilgim yok; ancak başka türlü çekildiğinde biraz sıkıcı ve gergin olabilecek bir filmi, son derece ilgi çekici ve hareketli işlediği aşikar..

Ünlü olmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilen ve “azıcık aşım, kaygısız başım” hayatına geri dönmek için çırpınan Martin Kazinski’nin hikayesi izlemeye değer. ” Filmin türü ne? ” derseniz; biraz karışık bir tanımlama olsa da;  “trajik melodram” diye cevaplarım.

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat

Bir Eylül Güzellemesi

Eylül geldi..Çoğu kişinin en sevdiği ay, hem sıcakların artık enselerde boza pişirmediği, havanın püfürdediği; hem de halen yaz emareleri barındıran; temiz, kibar ve naif bir ay Eylül..Üstelik bu seneki Eylül’ün; kişisel tarihimde de çok büyük bir önemi var; bağlılık ve birliktelik yolunda attığımız 2. büyük adım..

Gelelim bu aralar yapmayı planladığımız aktivitelere; hem belki size de değişik bir fikir verir bu yazdıklarım..

Artık çoğu kişi tarafından bilinmesi sebebiyle bakirliği kalmayan Büyükada’nın içinde; nispeten korunaklı kaldığı söylenen bir koy “Prenses Koyu”.. Burası Prenses Koyu Otel’e de ev sahipliği yapan bir plaj aynı zamanda..

Güneşlenmek, deniz kenarında uyumak, yüzmek ve İstanbul’dan uzaklaşmadan tatil havasını yakalayabilmek için uygun bir alternatif gibi sanki; denemeye değer..Güneş enerjisine teslim ettiğimiz vücutlarımızı canlandırmak içinse; adanın balıkçılarından birinde guruba karşı meşk etmek de şahane bir kapanış olur herhalde !

Sırada her sene keyifle takip ettiğimiz; fırsat bulunca bir film bile olsa mutlak kapısını çaldığımız sanatsal aktivitemiz: FilmEkimi

İKSV tarafından düzenlenen FilmEkimi etkinliğinde; 29 Eylül-7 Ekim tarihleri arasında, Fatih Akın’dan; Brian De Palma’ya; Benicio Del Toro’dan Juliette Binoche’a; sinema dünyasının önemli isimleriyle aynı çatı altında buluşmak mümkün olacak.. Eminim çok etkileyici ve vurucu hikayelerin bulunduğu seyirlikler vardır programda..Geçen yıllardan tecrübe ettiğimiz kadarıyla; erkenden biletleri alıp yerleri garantilemek gerekiyor..

Aslında burada paylaşabileceğim birkaç şey daha var kafamda; Eylül ve sonrasına dair..Ama onları da ilerideki yazılara bırakıyorum..

Eylül’ün ve hayatın tadını çıkarabilmek temennisiyle..

2 Yorum

Filed under Biri Kaçamak mı Dedi ?, Kültür-Sanat

Ne yapmalı, nerelere gitmeli, nereden bulmalı?

Hatırı sayılır bir zamandır kafamda olan ve yapmam gereken bir görevimi büyük oranda gerçekleştirmiş bulunuyorum..Aylarca bunun olmasını bekledim, hatta beklerken de; gerçekleşince hayatımda çok fazla değişiklik yaratmayacağını, ama başladığım işi bitirmiş olmanın vereceği o muhteşem hazzı düşündüm..

Sürecin halen içinde olmam hasebiyle,  o hazzın farkında olamadığımdan bu mevzuyu şimdilik es geçiyorum ve konudan konuya atlıyorum.

Biraz bayat olacak ama, yazmak için anca fırsat bulduğum için önce Akbank Caz Festivali kapsamında izlediğim “The Sun Ra Arkestra”dan başlayayım.. Saksafon, trompet, trombon, piyano, elektrogitar, perküsyon, bas ve davuldan mütevellit kalabalık ve neşeli bir grup olan Sun Ra Arkestra’yı izlerken yaşımdan başımdan utandım, zira şef (aynı zamanda saksafon ve flüt çalmakta) 86 yaşında olmasına rağmen,  oradan oraya koşturup danslar eden Marshall Allen adında cici bir amca..Grubun geri kalanı da hayli ileri yaşlarda, ama perküsyoncu ağabey şarkının ortasında sahnenin önüne gelip akrobatik hareketlerle bir dans etti ki, aklım şaştı vallahi..

Daha taze bir etkinliğe yelken açalım ve Filmekimi’nden bahsedelim. Biletler satışa çıkar çıkmaz tükendiği için henüz bir program yapamadım, ama vaktimin uyduğu ilk filme gidip kapıdan bilet bulmaya çalışmak gibi bir hayalim var şu an.

Festivalin en dikkat çeken filmlerinden biri; aralarında Fatih Akın’ın da bulunduğu 11 yönetmenli bir seyirlik.. Andy Garcia, Ethan Hawke, Natalie Portman, Orlando Bloom ve Bradley Cooper gibi seyredilesi oyuncularla donanmış olmasının yanısıra, benim için en ilgi çekici tarafı; favori aktörlerimden Uğur Yücel’in de oyuncu kadrosunda yer alması..Filmi festivalden önce izlemiş ve beğenmiştim, ama yine de Paris I Love You’nun tadı da hikayeleri de bir başkaydı sanki..

Sofia Coppola’nın yönettiği “Başka Bir Yerde” , Juliette Binoche’un başrol oynadığı “Aslı Gibidir” , Tayland-İngiltere-Fransa-Almanya-İspanya ortak yapımı “Amcam Önceki Hayatlarını Anlatıyor” , Balthasar Kormákur’un yönetmenliğini yaptığı “Nefes Nefeseve Sophie Marceau’nun boy gösterdiği “Aşka Fırsat Ver “ izlemeyi isteyeceğim filmler arasında..

Bu güzel ekim ayı aktiviteleri dışında, pastırma yazını kaçırmamalı, sahilde yürüyüş yaparken iyot kokusunu akciğerlere doldurmalı,  Beylerbeyi’nin ya da Arnavutköy’ün salaş balıkçılarına uğranmalı, arabaların geçmediği ara sokaklara atılmış masalarda eş-dostla sohbet edilmeli, uzun lafın kısası, “son 1000 yılın en korkunç kışı” gelmeden bahar günlerinin tadı çıkarılmalı.

2 Yorum

Filed under içimden geldiği gibi, Kültür-Sanat

FilmEkimi ve Che

Genelde istediğim filmlere yer ve zaman bulamasam da; imkanlar elverdiğince her sene film festivalinde en azından bir film izlemeye çabalıyorum.. Bu sefer de öyle yaptım ve İKSV’nin bu yıl 8. kez düzenlediği Filmekimi kapsamında yer+zaman bulabildiğim ilk film olan Che 1 : Arjantin’i film festivallerinin göz bebeği Beyoğlu Emek Sineması’nda seyreyledim..

Ernesto Che Guevara rolündeki Benicio Del Toro’nun 2008 Cannes En İyi Erkek Oyuncu ve  2008 Goya En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kaptığı ve yönetmeninin Steven Soderbergh olduğu film; 1956 yılından başlayıp; devrimin başarı kazanmasına kadar devam ediyor.. Olayların gerisi  Che 2 : Gerilla filminde anlatılıyor.

che1

Filmi en önden izlememe; boynumun kopmasına ve bazı yerlerde altyazıyı göremeyip takip sorunu yaşamama rağmen; 2 saati aşan sürede filmden uzaklaşmadım..

Film eleştirmeni değilim ; ama temponun düştüğü ve ‘gereksiz uzatılmış’ bulduğum yerler oldu,  o sahneler de devamlılık ve detaylar için gerekliydi muhtemelen..

cuba

 Belki devam niteliğindeki 2. filmi (Che 2 : Gerilla) izleyebilseydim konunun bütünüyle ilgili daha net yorum yapabilirdim, çünkü 1. kısımda sadece olayların tırmanışını ve devrimin kabul görüş zamanlarını anlatan kısım vardı.. [ Bu arada 130 dakika o rahatsız ‘en ön koltuğunda’ ara vermeden ve başım çatlayarak filmi  seyrettikten sonra; 2. filme bilet almamış olduğum için pek üzülmedim:) ]

Ben Stephen Frears’ın “Aşkım” filmini (Michelle Pfeiffer başrolde), Woody Allen’in “Kim Kiminle Nerede”sini ve yine Steven Soderbergh’in “İspiyoncu” filmini merak ettim.. Bunları yakında vizyonda görürüz tahminimce..

.. İyi seyirler ..

2 Yorum

Filed under Kültür-Sanat