Tag Archives: edmond rostand

Cyrano de Bergerac

Aylar süren tiyatro orucumuzu bize bozduran, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izlediğim, yılların efsane oyunu Cyrano de Bergerac’tan bahsetmek istiyorum bugün. Tasviri, anlatması zor bir karakter, elimden geldiğince hakkını vermeye çalışacağım.

17. yüzyılda yaşamış Hercule-Savinien de Cyrano de Bergerac adlı şair ve silahşörün yaşamından esinlenerek oluşturulan bu karakter pek enteresan, pek renkli. Fransız şair Edmond Rostand’ın yazdığı oyunun baş karakteri Cyrano; burnunun büyüklüğü ile ünlenmiş, kendini bu sebeple çirkin bulan fakat gururlu, büyük yürekli ve acaip hoş dilli bir silahşör. Kimseye müdanası yok, eyvallahı yok, gel gelelim ki kuzeni Roxane’a deli gibi aşık. Aşık dediysem, öyle laf olsun diye değil. İçi gidiyor, o diliyle dağları deviren adam, Roxane’ın karşısında sanki dut yemiş bülbüle dönüyor. Fakat Roxane’ın aklı, Cyrano’nun ekibindeki genç silahşör Christian’da.

Gururlu Cyrano aşkından ölüyor, ama burnundan dolayı onu beğenmeyeceğini düşündüğünden, kendi aşkını içine gömüp, Christian ile Roxane’ın arasını yapıyor, üstelik Christian’ın ağzından mektuplar yazarak, ona ateşli aşk tiradlarını sufle ederek..

Ve Roxane, aslında bu mektupların, sözlerin sahibine aşık olsa da, senelerce bu aşkın gerçek sahibini bilmeden, Christian’ı severek ya da sevdiğini zannederek yaşıyor..Ta ki Cyrano ile Christian’ın birlikte savaştıkları cepheye kadar…

Konuyu bilenler bilir zaten, ama bilmeden oyuna gidecekler için, devamını ve detaylarını yazmayacağım.

Cyrano-de-Bergerac

Gelelim oyunun künyesine…İlk söz tabi ki Cyrano’ya can veren Yiğit Sertdemir’e..O nasıl bir sahne hakimiyeti,  ne menem bir tirad yeteneği..İnsan bir hece kaçırmaz mı, bir saniye şaşırmaz mı ?  Cyrano de Bergerac rolünün yıllardır nice ustalarca oynandığı, tiyatroya, sinemaya defalarca uyarlandığı malum..Ben bu karakteri ilk kez Yiğit Sertdemir ile izleme fırsatı buldum ve gerçekten hayran kaldım.

CyranoDiğer oyuncular, şarkılar, müzikler, uyum, kostümler ve dekor da gayet başarılıydı. Beni rahatsız eden tek şey, sahnenin ışık ve ses kalitesiydi. Perdenin üzerinde yer alan ‘üst yazı’ bile birçok cümlenin anlaşılmamasına engel olamadı, bu kadar bol ve karışık replikli bir oyun için önemli bir dezavantaj bu.. Işık ise özellikle mi bu şekilde ayarlanmıştı bilemiyorum, ancak oyuncuların yüzlerini, mimiklerini seçmek neredeyse imkansızdı, üstelik ortalarda oturmamıza rağmen…Yine de oyun -özellikle de Yiğit Sertdemir- öyle bir alıp götürüyor ki, bu aksilikleri görmezden geliyorsunuz.

Oyunun yönetmeni Mehmet Birkiye’ye ayrıca bir alkış, bu kadar hareketli, diyaloglu ve ağır bir oyunu günümüze uyarlamak, bütünlüğünü bozmadan kısaltmak ve böyle güzel sahnelemek takdire şayan…Ve en büyük alkışlardan biri yaklaşık 70 sene önce bu eseri böyle şahane tercüme eden Sabri Esat Siyavuşgil’e…

—————

Not: Oyundan önce Yiğit Sertdemir hakkında bir iki araştırma yaparken bir mektup buldum. Yaklaşık 1 ay önce vefat eden, usta tiyatrocu Tomris İncer‘e hitaben, Sertdemir tarafından yazılmış. Uzun zamandır beni bu kadar etkileyen bir ‘şey’ okumamıştım. Hiç yorum yapmıyorum, okumak isteyenler buradan yaksın.

Ve son olarak; eserin meşhur ‘İstemem Eksik Olsun’ tiradından bir parça :

(…)

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek…
Tek başına…
Özgür olmak…
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak…
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak… 
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak…
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın. 
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

Yorum bırakın

Filed under Kültür-Sanat