Şu meşhur “Twilight” serisinin 2. filmini izledim nihayet.. Caddebostan Kültür Merkezi’nin sinema salonuna doğru yol almamızla; akın akın insanın binaya girdiğini görmemiz bir oldu.. “Yok canım bu kadar insan sinemaya gelmemiştir,herhalde Hayal Kahvesi’ne gidiyorlar ” dedim ama yanıldığımı gişedeki hatunun “Twilight’a hiç yerimiz yok’ demesiyle anladım. Biraz bekleyip güç bela –birilerinin rezervasyonunun düşmesiye– filme kapağı attık.
Nedir bu filmde insanları bu kadar çılgıncasına çeken, bilemiyorum.. Belki vampir, kurt adam gibi sıradışı karakterler, belki de karizmatik, romantik olağanüstü güçlere sahip olmasına rağmen sıradan bir ‘ölümlü’ye deli gibi aşık olan vampirin hikayesi..
İlk filmi izlemediğim için Edward Cullen’in (Robert Pattinson) hatunları ayıltıp bayıltan cazibesinden kopuktum..Porselen teni ve baygın bakışları beni hiç cezbetmedi ama hüzünlü gözleriyle Bella’yı (Kristen Stewart) her tehlikeden korumak istemesi, deli gibi sevmesi ve vampirliğini bir kenara bırakarak fedakarlıklar peşinde koşması bence onu karizmatik yapan.. [Fedakar erkek bu zamanda pek bulunmuyor, vampir de olsa razı geliniyor:)]
İlk filmi anlatanlar orada her şeyin vampir Edward Cullen üzerine döndüğünü söylüyorlar, ancak burada durum farklı; Jakob kurt adamı (Taylor Lautner) vampirden feci şekilde rol çalıyor, Bella’nın iki erkek arasında gidip gelmesine yol açıyor..
Efektler, uçmalar – kaçmalar, kurt adamların saldırma sahneleri, aşık olunan kişi için göze alınan riskler, vampir ‘Cullen’ ailesi, Bella’nın sırf Edward’ı yanında hissedebilmek için canını tehlikeye atması, doğum günü sahnesinde kan görünce çılgına dönen vampir ve onu sakinleştiren ‘vejeteryanlar’ ; filmi düşününce kafamda ilk canlananlar..
Beni en çok sıkıntıya sokan filmin uzunluğuydu, galiba artık sakız gibi uzatılmış sahnelere tahammül edemiyorum pek..
Hayal alemini, imkansızlaştıkça büyüyen aşkları ve olağandışı karakterleri seviyorsanız bu filme gidiniz..[Aslında bunları seviyorsanız Yedi Kocalı Hürmüz’e de gidebilirsiniz:)]